Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.
Esenyurt Escort
Seyfullah Çiçek
Köşe Yazarı
Seyfullah Çiçek
 

100.YILINDA 23 NİSAN 1920 ’NİN ÖNEM VE ANLAMI (BU VATAN BÖYLE KURTARILDI)

Sivas’tan Ankara’ya geçme vakti gelip çatmıştır, artık. Lakin ellerindeki üç kuruş da suyunu çekmiştir. “Temsil Heyeti Başkanı” Mustafa Kemal Paşa, hesap, kitap işlerini tutan dava arkadaşı Bitlis eski Valisi ve Meclis-i Mebusan Hakkari Milletvekili Mazhar Müfit Kansu’ya sorar: “-Çocuk, ne kadar paramız kaldı?” “-Efendim, 20 yumurta, 20 ekmek, 1 okka peynir alacak kadar, Paşam!” (…) Tarihi Fesli ve benzeri şarlatanlardan öğrenen birilerine bakarsanız; “Paşa, paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba (tarih) girmiştir. (…) İstersen devleti kurtarabilirsin!” lafını dayanak göstererek, güya Kurtuluş Savaşı’nı Padişah Vahidüddin’in başlatmış. Bu işi başarmaları için de Mustafa Kemal Paşa ve maiyetindekilere 40 bin altın tutarında cep harçlığı vermiş. Bu iddialara kargalar bile güler. Tarih biliminde “miş miş”ler değil, belgeler konuşur! Bugün 23 Nisan. TBMM’nin açılışının ve dolayısıyla padişah kulluğundan kurtulup, Türk Milleti’nin kendi egemenliğini kayıtsız, şartsız elde etmesinin 103.Yıldönümü. Yüce Türk Milleti’ne kutlu olsun! Atatürk’ün Samsun’a çıkışını, Erzurum ve Sivas Kongrelerini müteakip Ankara’ya gelerek 23 Nisan 1920’de TBMM’ni açtığını hepimiz biliyoruz. Bunları yinelemek yerine… Gelin, Vahidüddin’in şu meşhur 40 bin altınına (!) ve “Paşa Paşa, istersen devleti kurtarabilirsin” mevzuuna bir göz gezdirelim. Önce, “Devleti kurtarma” mevzuundan başlayalım, dilerseniz. Evet, Vahidüddin Efendi böyle bir kelam etmiştir. Ama niye? Dilimiz döndüğünce anlatalım. İstanbul işgal altındadır. Karadeniz Bölgesi’nde Pontus Rum çeteleri (masum rum vatandaşlarımızı tenzih ederim), MÖ 63 yılında bir daha dirilmemek üzere tarihin çöplüğüne atılan Pontus Devleti’ni diriltmek amacıyla, zamanla sayıları 25 bine kadar ulaşan mevcutlarıyla, kundaktaki bebelere kadar savunmasız Türkler’e saldırmakta, taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmamaktadır. E, Türklerin eli armut toplayacak değil ya… Giresun’dan; Oğuz soyundan, Çepni boyundan Topal Osman Ağa nam bir yiğit çıkıp, bunların çanlarına ok tıkamaya başlayınca, İstanbul’daki İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’na ardı ardına şikayet mektupları gelmeye başlar. Bu şikayetler üzerine İngilizler Padişah’ı sıkıştırarak; “Bu çeteleri yok etmezseniz, Karadeniz Bölgesi’ni işgal eder, kendi işimizi kendimiz görürüz” diyerek, tehditte bulunurlar. İşte Vahideddin’in, “Paşa, Paşa, istersen devleti kurtarabilirsin” kelamının özeti budur. Yani, “Git bu Topal Osman denen adamın ve bunun gibi diğer Türk çetelerinin bir şekilde icabına bak, benim tahtımı, tacımı kurtar!” demeye getirmektedir. Vatan, millet umurunda bile değildir! Öyle ya millet, kendi tabiriyle, “Koyun sürüsü, o da çobanıdır!” Oysa Mirliva (Tümgeneral) Mustafa Kemal Paşa, tamamen tersini yapmış, 29 Mayıs 1919’da Topal Osman Ağa ile Havza’da gizlice buluşarak, vatanın ve Türk Milleti’nin düşman istilasından kurtarılması konusunda el sıkışıp anlaşmıştır. Amasya Genelgesi, İstanbul’la iplerin tamamen kopmasına sebep olmuş, Paşa idama mahkum edilmiştir. Bu nasıl bir Padişahtır ki, yaverini “Kurtuluş Savaşı”nı başlatsın diye Anadolu’ya gönderiyor, sonra da Samsun’a çıkışının üzerinden henüz bir ay bile geçmeden idamını onaylıyor! Tarihi, “Fesli” bir deliden, Necip Fazıl ve Bahadırlıoğlu gibi tarihçilikle uzaktan yakından ilgisi olmayan palavracılardan öğrenmeye kalkan embesiller; biraz ufak atın, civcivler de yesin, olmaz mı? Gelelim, 40 bin altın masalına… La geri zekalılar, akıl var, mantık var. Tabir yerindeyse… Ya siz hiç hesap bilmiyorsunuz, ya da hiç dayak yememişsiniz! Bakın tane tane anlatalım. Bir altın 7.6 gram olduğuna göre 40.000 altın 304 bin gram, yani 304 kilo eder. Buraya kadar anlaştık mı? Anlaştıysak, devam edelim. E, haliyle bu altınlar sandıklara yerleştirilmesi gerekir. Her sandık 50 kilo olsa, 304 kilo altın 6 sandık eder. Bu koca altın yüklü 6 sandık Şişli’den Galata rıhtımına, rıhtımdan açıkta bekleyen Bandırma vapuruna, oradan Samsun’a, Samsun’dan Havza’ya, Amasya’ya, Sivas’a, Erzurum’a, tekrar Sivas’a ve nihayet Ankara’ya taşınacak, kimsenin ruhu bile duymayacak, öyle mi? Kaldı ki ellerinde 3-4 kişinin zor sığdığı, sık sık arıza yapan, lastiklerinin içine ot tıkılmış üç adet hurda araba vardır. Olayın aslına gelince… Atatürk’e Dahiliye Nezareti ödeneğinden 1000 lira ile 23 karargâh mensubunun 3 aylık maaşları, yollukları ve yüzde 50 zam... Ayrıca değişik ihtiyaçlar için de 25.000 lira verilmiştir. Ne kadar böyyük bir para değil mi! Hiç de öyle değil. Neden mi? 1920’de Sadrazam Damat Ferit, birkaç kişilik heyetiyle Paris Barış Görüşmeleri’ne giderken kendisine 70.000 lira verilmiştir de, ondan! Devam edelim. Ne dedik, 25.000 lira! Para bu, harca harca, bir yerde suyunu çekecek. Onca yol, benzin ve yağ masrafı… Yeme, içme… Kongrelerin toplanması… Atalarımızın dediği gibi, “Hazıra dağ mı dayanır?” Nitekim 6 ayda paralar suyunu çeker, kala kala kalırlar, “20 yumurta, 20 ekmek, 1 okka zeytin” alabilecek üç kuruşa! Hadi, Ankara’ya gidebilmek için Osmanlı Bankası’ndan bin bir müşkülatla alınan 1000 liranın… Mazhar Müfit’in kış günü satmak mecburiyetinde kaldığı kürkünün… Sakarya Meydan Muharebesi’nde kan gövdeyi götürürken, şeyinin sevdasına düşen Vahidüddin Efendi’nin 1 Eylül 1921 tarihinde Yıldız Sarayı’nda şaşaalı bir düğün merasimiyle torunu yaşındaki (18) bir hanımla 5.evliliğini yapmasının ayrıntılarına ise hiç girmemeyim. (Merak edenler ayrıntıları onlarca kitaptan okuyabilirler.) Bu arada, Ankara’da geçen bir olayı da anlatmazsam, konumuz eksik kalır. Allah’a değil, Padişah’a kulluk eden sözde din adamları Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi ile bir sonraki Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, İskilipli Atıf gibi vatan hainleri, Kuvay-ı Milliyeciler’in kanı helaldir fetvaları yayınlaya dursun… Ankara’da helal süt emmiş gerçek Müslüman bir Müftü vardır. Evet, bu mübarek adam, Ankara Müftüsü Börekçizade Rıfat Efendi’den başkası değildir. Ankara tüccarlarından topladığı 1000 lirayla, Hızır gibi yetişir, Mustafa Kemal Paşa’nın imdadına. Dilerseniz bundan sonrasını da, Mazhar Müfit’ten dinleyelim: -"Ankara’ya geldiğimizden bir hafta kadar bizim ihtiyacımızı Belediye karşıladı. Fakat bu, aylarca devam edemezdi. Çaresizlik içinde, para bulmak mümkün iken, Paşa’nın bu bulunan çarelere bir türlü izin vermemesi yüzünden, sıkıntılı bir halde idik. Sabah oldu, gece düşünmekten uyuyamamış olduğumdan, yatağımda istirahat halinde iken kapı vuruldu.İçeri giren kişi, Müftü Efendi’nin geldiğini söyledi. Eyvah şimdi Müftü Efendi’ye kahve ısmarlamak lazım, kahve var ama şeker yok, benim iki parça şekerim var; onu da masanın gözüne saklamıştım. Ya şekerli kahve isterse? Ya sigara da vermek lazım gelirse? Çünkü şeker çok pahalı idi. Herkes şekerini kendi tedarik edecek, emri verilmişti. Fakat onu tedarik edecek kimde para vardı ki?... -‘Paşa’ya haber verdiniz mi?’ dedim. -‘Paşa size gönderdi; Paşa ile görüştüler’ dediler. -‘Peki buyursunlar.’ Müftü Efendi odama girdi. Ortadaki yuvarlak ve küçük masanın kenarında bir iskemleye oturdu. -‘Müftü Efendi, zannıma göre kahve içmezsiniz, değil mi?’ Dedim. -‘Evet, içmem’ dedi. -‘Sigara?’ -‘Onu da kullanmam’ cevabını verdi. Hâlbuki Müftü Efendi kahve içerdi, fakat biz buna meydan vermemek için sualde bulunduk. Müftü Efendi derhal vaziyeti anladı ve ‘içmem’ dedi tebessüm ederek: ‘Sizin biraz sıkıntıda olduğunuzu öğrendik, az olsa da yardımda bulunmayı vazife bildik’ dedi. Bundan bir şey anlayamadım; yatağın karşısında duran küçük kasayı göstererek, ‘paramız var’ dedim. Hâlbuki kasa mevcudu 48 kuruştan ibaretti. Müftü Efendi bu sözümü dinlemedi bile, cüppesinin altından bir torba çıkardı; içindeki kâğıt paraları saymaya hazır bulunuyordu. -‘Müftü Efendi, teşekkür ederim, ama önce Paşa ile bu hususta görüşmemiz iyi olur’ dedim. -‘Görüştüm, kasa Mazhar Müfit’tedir ona veriniz, dedi.’ -‘Pek âlâ…’ Müftü Efendi parayı birer birer saymaya ve masanın üzerine koymaya başladı. Yüz, iki yüz, beş yüzü geçti, nihayet tam bin lira kâğıt para saydı. Ben de paraları aldım ve kasaya koydum. Bunun üzerine emir erini çağırdım ve iki şekeri uzattım; bize birer kahve pişir, emrini verdim. Müftü, zaten vaziyeti anlamış olduğundan güldü: -‘Şeker pahalı, hesap lazım, size de gelen giden çok, başa çıkmaz, değil mi!’ Diye şakalaştı, kahveler içildi. Muhterem Müftü çıktı, gitti; ben de paranın miktarını derhal Mustafa Kemal Paşa’ya haber vermek üzere odadan çıktım. Paşa’yı odasının kapısı önünde bu haberi beklerken gördüm; bana, ‘Ne kadar?’ Dediler; ‘Bin lira’ dedim. Odasına girdik. -‘Gördün mü? Akşam ne kadar sıkılmıştık, bu hatıra gelir miydi? Allah bize yardım ediyor’ dedi. Ben de: -‘Evet, kul sıkışmayınca, Hızır yetişmez’ dedim. -‘Şimdi Hızır’ı filan bırakalım, masraf ve geliri tanzim et!’ Dediler. -‘Her şeyden evvel bugün öğle yemeğinde size bir ziyafet çekeceğim, çoktan beridir et gördüğümüz yok. Şimdi emir verip on dirhem pirzola aldıracağım. Ancak yeter, bir de irmik helvası.’ Mustafa Kemal Paşa; -‘İsrafa başlamayalım’ dedi. -‘Bir defaya mahsus, yarın yine çorba ve bulgur pilavına geri döneriz, cevabını verdim.’ Müftü Efendi’nin getirdiği bu parayı, memleketin eşrafı aralarında toplamışlar, bizim parasız kaldığımızı anlamışlar. Müftü Efendi ile göndermişler, hepsine teşekkürlerde bulunduk.” Evet sevgili dostlar, daha fazla uzatıp, sizleri sıkmayayım. Padişah haini tacını tahtını kurtarmanın derdine… Ve bilmem neyinin sevdasına düşmüşken… Bu vatan işte bu yokluklar altında kurtarıldı. Türkiye Cumhuriyeti bu şartlar içinde kuruldu. Kadir kıymet bilenlere bin selam… Nankörlere de lanet olsun! “Egemenlik; kayıtsız, şartsız milletindir!” 23 Nisan “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” büyük Türk Milleti’ne kutlu olsun! Ne mutlu Türk’üm diyene! Not: Konuya ilişkin yığınla belge olmakla beraber; *Öncelikle, Atatürk’ün bizzat kaleme aldığı “Nutuk”u… *Tarihçi Ümit Doğan’ın “ ‘Çarpıtılan Tarihimiz’ HESAPLAŞMA ‘Vahdettin ve Mustafa Kemal’ ”ini (Kripto Yayıncılık, Ankara, 1.Baskı:2018)… *Hasan İzzettin Dinamo’nun, “Kutsal İsyanı”nı… *Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam”ını… *Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya”sını… Tavsiye ederim.
Ekleme Tarihi: 23 Nisan 2023 - Pazar

100.YILINDA 23 NİSAN 1920 ’NİN ÖNEM VE ANLAMI (BU VATAN BÖYLE KURTARILDI)

Sivas’tan Ankara’ya geçme vakti gelip çatmıştır, artık.
Lakin ellerindeki üç kuruş da suyunu çekmiştir.
“Temsil Heyeti Başkanı” Mustafa Kemal Paşa, hesap, kitap işlerini tutan dava arkadaşı Bitlis eski Valisi ve Meclis-i Mebusan Hakkari Milletvekili Mazhar Müfit Kansu’ya sorar:
“-Çocuk, ne kadar paramız kaldı?”
“-Efendim, 20 yumurta, 20 ekmek, 1 okka peynir alacak kadar, Paşam!”
(…)
Tarihi Fesli ve benzeri şarlatanlardan öğrenen birilerine bakarsanız;
“Paşa, paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba (tarih) girmiştir. (…) İstersen devleti kurtarabilirsin!” lafını dayanak göstererek, güya Kurtuluş Savaşı’nı Padişah Vahidüddin’in başlatmış.
Bu işi başarmaları için de Mustafa Kemal Paşa ve maiyetindekilere 40 bin altın tutarında cep harçlığı vermiş.
Bu iddialara kargalar bile güler.
Tarih biliminde “miş miş”ler değil, belgeler konuşur!
Bugün 23 Nisan.
TBMM’nin açılışının ve dolayısıyla padişah kulluğundan kurtulup, Türk Milleti’nin kendi egemenliğini kayıtsız, şartsız elde etmesinin 103.Yıldönümü.
Yüce Türk Milleti’ne kutlu olsun!
Atatürk’ün Samsun’a çıkışını, Erzurum ve Sivas Kongrelerini müteakip Ankara’ya gelerek 23 Nisan 1920’de TBMM’ni açtığını hepimiz biliyoruz.
Bunları yinelemek yerine…
Gelin, Vahidüddin’in şu meşhur 40 bin altınına (!) ve “Paşa Paşa, istersen devleti kurtarabilirsin” mevzuuna bir göz gezdirelim.
Önce, “Devleti kurtarma” mevzuundan başlayalım, dilerseniz.
Evet, Vahidüddin Efendi böyle bir kelam etmiştir.
Ama niye?
Dilimiz döndüğünce anlatalım.
İstanbul işgal altındadır.
Karadeniz Bölgesi’nde Pontus Rum çeteleri (masum rum vatandaşlarımızı tenzih ederim), MÖ 63 yılında bir daha dirilmemek üzere tarihin çöplüğüne atılan Pontus Devleti’ni diriltmek amacıyla, zamanla sayıları 25 bine kadar ulaşan mevcutlarıyla, kundaktaki bebelere kadar savunmasız Türkler’e saldırmakta, taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmamaktadır. E, Türklerin eli armut toplayacak değil ya…
Giresun’dan; Oğuz soyundan, Çepni boyundan Topal Osman Ağa nam bir yiğit çıkıp, bunların çanlarına ok tıkamaya başlayınca, İstanbul’daki İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’na ardı ardına şikayet mektupları gelmeye başlar.
Bu şikayetler üzerine İngilizler Padişah’ı sıkıştırarak;
Bu çeteleri yok etmezseniz, Karadeniz Bölgesi’ni işgal eder, kendi işimizi kendimiz görürüz” diyerek, tehditte bulunurlar.
İşte Vahideddin’in, “Paşa, Paşa, istersen devleti kurtarabilirsin” kelamının özeti budur.
Yani, “Git bu Topal Osman denen adamın ve bunun gibi diğer Türk çetelerinin bir şekilde icabına bak, benim tahtımı, tacımı kurtar!” demeye getirmektedir. Vatan, millet umurunda bile değildir!
Öyle ya millet, kendi tabiriyle, “Koyun sürüsü, o da çobanıdır!”
Oysa Mirliva (Tümgeneral) Mustafa Kemal Paşa, tamamen tersini yapmış, 29 Mayıs 1919’da Topal Osman Ağa ile Havza’da gizlice buluşarak, vatanın ve Türk Milleti’nin düşman istilasından kurtarılması konusunda el sıkışıp anlaşmıştır.
Amasya Genelgesi, İstanbul’la iplerin tamamen kopmasına sebep olmuş, Paşa idama mahkum edilmiştir.
Bu nasıl bir Padişahtır ki, yaverini “Kurtuluş Savaşı”nı başlatsın diye Anadolu’ya gönderiyor, sonra da Samsun’a çıkışının üzerinden henüz bir ay bile geçmeden idamını onaylıyor!
Tarihi, “Fesli” bir deliden, Necip Fazıl ve Bahadırlıoğlu gibi tarihçilikle uzaktan yakından ilgisi olmayan palavracılardan öğrenmeye kalkan embesiller; biraz ufak atın, civcivler de yesin, olmaz mı?
Gelelim, 40 bin altın masalına…
La geri zekalılar, akıl var, mantık var.
Tabir yerindeyse…
Ya siz hiç hesap bilmiyorsunuz, ya da hiç dayak yememişsiniz!
Bakın tane tane anlatalım.
Bir altın 7.6 gram olduğuna göre 40.000 altın 304 bin gram, yani 304 kilo eder.
Buraya kadar anlaştık mı?
Anlaştıysak, devam edelim.
E, haliyle bu altınlar sandıklara yerleştirilmesi gerekir.
Her sandık 50 kilo olsa, 304 kilo altın 6 sandık eder.
Bu koca altın yüklü 6 sandık Şişli’den Galata rıhtımına, rıhtımdan açıkta bekleyen Bandırma vapuruna, oradan Samsun’a, Samsun’dan Havza’ya, Amasya’ya, Sivas’a, Erzurum’a, tekrar Sivas’a ve nihayet Ankara’ya taşınacak, kimsenin ruhu bile duymayacak, öyle mi?
Kaldı ki ellerinde 3-4 kişinin zor sığdığı, sık sık arıza yapan, lastiklerinin içine ot tıkılmış üç adet hurda araba vardır.
Olayın aslına gelince…
Atatürk’e Dahiliye Nezareti ödeneğinden 1000 lira ile 23 karargâh mensubunun 3 aylık maaşları, yollukları ve yüzde 50 zam...
Ayrıca değişik ihtiyaçlar için de 25.000 lira verilmiştir.
Ne kadar böyyük bir para değil mi!
Hiç de öyle değil.
Neden mi?
1920’de Sadrazam Damat Ferit, birkaç kişilik heyetiyle Paris Barış Görüşmeleri’ne giderken kendisine 70.000 lira verilmiştir de, ondan!
Devam edelim.
Ne dedik, 25.000 lira!
Para bu, harca harca, bir yerde suyunu çekecek.
Onca yol, benzin ve yağ masrafı…
Yeme, içme…
Kongrelerin toplanması…
Atalarımızın dediği gibi, “Hazıra dağ mı dayanır?”
Nitekim 6 ayda paralar suyunu çeker, kala kala kalırlar, “20 yumurta, 20 ekmek, 1 okka zeytin” alabilecek üç kuruşa!
Hadi, Ankara’ya gidebilmek için Osmanlı Bankası’ndan bin bir müşkülatla alınan 1000 liranın…
Mazhar Müfit’in kış günü satmak mecburiyetinde kaldığı kürkünün…
Sakarya Meydan Muharebesi’nde kan gövdeyi götürürken, şeyinin sevdasına düşen Vahidüddin Efendi’nin 1 Eylül 1921 tarihinde Yıldız Sarayı’nda şaşaalı bir düğün merasimiyle torunu yaşındaki (18) bir hanımla 5.evliliğini yapmasının ayrıntılarına ise hiç girmemeyim. (Merak edenler ayrıntıları onlarca kitaptan okuyabilirler.)
Bu arada, Ankara’da geçen bir olayı da anlatmazsam, konumuz eksik kalır.
Allah’a değil, Padişah’a kulluk eden sözde din adamları Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi ile bir sonraki Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, İskilipli Atıf gibi vatan hainleri, Kuvay-ı Milliyeciler’in kanı helaldir fetvaları yayınlaya dursun…
Ankara’da helal süt emmiş gerçek Müslüman bir Müftü vardır. Evet, bu mübarek adam, Ankara Müftüsü Börekçizade Rıfat Efendi’den başkası değildir.
Ankara tüccarlarından topladığı 1000 lirayla, Hızır gibi yetişir, Mustafa Kemal Paşa’nın imdadına.
Dilerseniz bundan sonrasını da, Mazhar Müfit’ten dinleyelim:
-"Ankara’ya geldiğimizden bir hafta kadar bizim ihtiyacımızı Belediye karşıladı. Fakat bu, aylarca devam edemezdi. Çaresizlik içinde, para bulmak mümkün iken, Paşa’nın bu bulunan çarelere bir türlü izin vermemesi yüzünden, sıkıntılı bir halde idik. Sabah oldu, gece düşünmekten uyuyamamış olduğumdan, yatağımda istirahat halinde iken kapı vuruldu.İçeri giren kişi, Müftü Efendi’nin geldiğini söyledi.
Eyvah şimdi Müftü Efendi’ye kahve ısmarlamak lazım, kahve var ama şeker yok, benim iki parça şekerim var; onu da masanın gözüne saklamıştım. Ya şekerli kahve isterse? Ya sigara da vermek lazım gelirse? Çünkü şeker çok pahalı idi. Herkes şekerini kendi tedarik edecek, emri verilmişti. Fakat onu tedarik edecek kimde para vardı ki?...
-‘Paşa’ya haber verdiniz mi?’ dedim.
-‘Paşa size gönderdi; Paşa ile görüştüler’ dediler.
-‘Peki buyursunlar.’
Müftü Efendi odama girdi. Ortadaki yuvarlak ve küçük masanın kenarında bir iskemleye oturdu.
-‘Müftü Efendi, zannıma göre kahve içmezsiniz, değil mi?’ Dedim.
-‘Evet, içmem’ dedi.
-‘Sigara?’
-‘Onu da kullanmam’ cevabını verdi.
Hâlbuki Müftü Efendi kahve içerdi, fakat biz buna meydan vermemek için sualde bulunduk. Müftü Efendi derhal vaziyeti anladı ve ‘içmem’ dedi tebessüm ederek:
‘Sizin biraz sıkıntıda olduğunuzu öğrendik, az olsa da yardımda bulunmayı vazife bildik’ dedi.
Bundan bir şey anlayamadım; yatağın karşısında duran küçük kasayı göstererek, ‘paramız var’ dedim.
Hâlbuki kasa mevcudu 48 kuruştan ibaretti. Müftü Efendi bu sözümü dinlemedi bile, cüppesinin altından bir torba çıkardı; içindeki kâğıt paraları saymaya hazır bulunuyordu.
-‘Müftü Efendi, teşekkür ederim, ama önce Paşa ile bu hususta görüşmemiz iyi olur’ dedim.
-‘Görüştüm, kasa Mazhar Müfit’tedir ona veriniz, dedi.’
-‘Pek âlâ…’ Müftü Efendi parayı birer birer saymaya ve masanın üzerine koymaya başladı. Yüz, iki yüz, beş yüzü geçti, nihayet tam bin lira kâğıt para saydı. Ben de paraları aldım ve kasaya koydum.
Bunun üzerine emir erini çağırdım ve iki şekeri uzattım; bize birer kahve pişir, emrini verdim. Müftü, zaten vaziyeti anlamış olduğundan güldü:
-‘Şeker pahalı, hesap lazım, size de gelen giden çok, başa çıkmaz, değil mi!’ Diye şakalaştı, kahveler içildi.
Muhterem Müftü çıktı, gitti; ben de paranın miktarını derhal Mustafa Kemal Paşa’ya haber vermek üzere odadan çıktım. Paşa’yı odasının kapısı önünde bu haberi beklerken gördüm; bana,
‘Ne kadar?’ Dediler; ‘Bin lira’ dedim.
Odasına girdik.
-‘Gördün mü? Akşam ne kadar sıkılmıştık, bu hatıra gelir miydi? Allah bize yardım ediyor’ dedi. Ben de:
-‘Evet, kul sıkışmayınca, Hızır yetişmez’ dedim.
-‘Şimdi Hızır’ı filan bırakalım, masraf ve geliri tanzim et!’ Dediler.
-‘Her şeyden evvel bugün öğle yemeğinde size bir ziyafet çekeceğim, çoktan beridir et gördüğümüz yok. Şimdi emir verip on dirhem pirzola aldıracağım. Ancak yeter, bir de irmik helvası.’ Mustafa Kemal Paşa;
-‘İsrafa başlamayalım’ dedi.
-‘Bir defaya mahsus, yarın yine çorba ve bulgur pilavına geri döneriz, cevabını verdim.’
Müftü Efendi’nin getirdiği bu parayı, memleketin eşrafı aralarında toplamışlar, bizim parasız kaldığımızı anlamışlar. Müftü Efendi ile göndermişler, hepsine teşekkürlerde bulunduk.”
Evet sevgili dostlar, daha fazla uzatıp, sizleri sıkmayayım.
Padişah haini tacını tahtını kurtarmanın derdine…
Ve bilmem neyinin sevdasına düşmüşken…
Bu vatan işte bu yokluklar altında kurtarıldı.
Türkiye Cumhuriyeti bu şartlar içinde kuruldu.
Kadir kıymet bilenlere bin selam…
Nankörlere de lanet olsun!
“Egemenlik; kayıtsız, şartsız milletindir!”
23 Nisan “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” büyük Türk Milleti’ne kutlu olsun!
Ne mutlu Türk’üm diyene!
Not: Konuya ilişkin yığınla belge olmakla beraber;
*Öncelikle, Atatürk’ün bizzat kaleme aldığı “Nutuk”u…
*Tarihçi Ümit Doğan’ın “ ‘Çarpıtılan Tarihimiz’ HESAPLAŞMA ‘Vahdettin ve Mustafa Kemal’ ”ini (Kripto Yayıncılık, Ankara, 1.Baskı:2018)…
*Hasan İzzettin Dinamo’nun, “Kutsal İsyanı”nı…
*Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam”ını…
*Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya”sını…
Tavsiye ederim.
Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

siyahbet giriş