Uzun yolların sonunda çok güzel diyarlara erişir insan.Tanımadığı, bilmediği yerlere, Belki kuşları, çiçekleri, ağaçları, meyveleri bile başkadır başkadır o diyarların. Biraz yabanlık çeker, daha sonra hemencecik alışı verirsin. Havasına, suyuna alışır bir daha gitmek istemezsin doğup büyüdüğün yerlere. Doğduğun büyüdüğün yerleri öldürür, Kendine yeni dünyalar kurarsın. Çünkü insan ''Doğduğu yerde, değil ,Doyduğu yerde '' olmak istermiş hep. İşte bu yüzden gurbet icat olmuş. Sevgiler yürekte şekillenmiş, Rüyalarda yeşermiş yaşanmışlıklar. Ben gurbeti çok iyi bilirim. Gurbet benim içimde iyileşmeyen yaralar açmıştır. Hala da o yaralarla yaşıyorum desem yerindedir. Ufacık yüreğim hep ayrılık rüzgarlarında üşümüş, gurbet ateşinde dağlanmıştır. İlk okulu bitirdiğim yıllardı. Bir akşam babam ufacık evimize geldi. Anneme birden
-Kağıdım çıktı Hollanda'ya gidiyorum.
Birden hep birden taş kesildik. Annem çakıldı kaldı döşemesiz toprak aşkananın ortasında. Gözlerinde endişe ve elem fırtına olmuş esmeye başladı. Dışarıda esen sert rüzgar ufacık camlara vururken evimizin çatısından yağmur tanelerin sesi ile Annem çakıldığı yerden kurtuldu hemen yağmur damlayan yere bakır bir tencere koydu. Her yağmurda çatımız damlardı. Damlayan damlaları takip eder her damlanın altına elimize ne geçerse koyardık.Bazen terekte kap kalmazdı. Ufacık evimiz sergi yerine dönerdi. Böyle olmasına rağmen ben yağmurları çok severdim. Babam O günden sonra işlemler başladı. Sağlık muayenesi, Sabıka kaydı derken meslekteki becerisini ölçen sınavı da kazandı. Ve ayrılık zamanı geldi çattı. Önce İstanbul sonra uçakla Hollanda. Kasabada o zamanlar otogar yoktu. Ulusoy Şimdiki deniz bankın yanında, Süzer Şimdiki öğretmen evinin karşısındaydı. Babamı Ulusoy yazıhanesinden O zamanlar 302 mersedesler var uğurlamak için kasabaya indik. Ben hiç sevmem oto garları, O otogarlarda ki vedalar içimi burkar, hep otogarlarda ağlamışımdır. Hala da öyleyimdir. Birini uğurlarken,boynuna sarılıp kucaklayıp öperken, bir hıçkırık, bir ağlama nöbetine kapılırım. Hıçkırıklarım öyle bir hal alır ki beni boğacak olur. İşte ben bu nöbeti ilk kez babam beni kucaklayıp,
Ufacık kemik üzerinde bir deri kaplı yanaklarımı tutup göz yaşlarımı silerken
-Sen ağlamayacaksın. Artık ben gelene kadar evin babası sen olacaksın.
Hıçkırıklarım daha da arttı. Bu yaşta verilen görev benim için çok ağırdı. Araba olmayan yol olmayan bir diyarda kasabadan ekmek taşımak, evin ihtiyaçlarını ufacık bakkallardan alıp eve taşımak. birde baba olmak..!
Yıllarca mektup, ekmek, balık taşıdım evimize İçimizdeki gurbeti büyüterek. On beş günde bir mektup gelirdi. Açmadan Anneme iletirdim. O mektuplar onların arasında bir sır kalır, Annem her mektuptan sonra bizi teker teker gözlerimizden öperdi.
-Babanızın dileği derdi.
Sonra odaya çekilir sofrayı kurar, saatlerce bir iki sayfa mektup yazıp zarfa koyar zarfı yapıştırır postaya atmak için okul çantamın içine atardı. Bende o emaneti kutsal bir emanet aşkıyla postaya atardım. O iki sevgili yazışırken ben sadece ulaklık ederdim. Daha dün gibi Dün gurbeti yaşayanlar, Baktım bugün kucak kucağa uzanmış yatıyorlar. Şimdiki gurbetleri ebedi. Mahşere kadar. Ne mektup var, ne bir selam. O taşıdığım mektuplar gibi iz bırakmadan gitmişler sanki. Ben o mektupları hep taşıdım. Bir sayfasını, bir kelimesini görmedim. Hep Annemle,Babam arasında kaldılar. Onlar okuyup onlar yazdılar. Ne yaptılar onca mektubu bilmiyorum. Kim bilir, ne söylesem yalan olur. Belki de okuyup yaktılar. İşte eski gurbeti yaşamak zor işti. Yaşayan bilir. Hele eski gurbetler Ölümden ağırdı.... Ben işte bu yüzden gurbet dendiğinde, hep bu nedenle ağlarım. ....M.Yayla-Görele