Sevgili dostlar!
Cumhuriyetimiz’in 98.yıldönümü…
Ülkemizin asli unsuru olan Türk Milleti başta olmak üzere…
Kürt, Laz, Çerkez, Arnavut, Boşnak, Rum, Ermeni, Musevi, Süryani, Roman, Sünni, Alevi, Şii, Ateist…
Irkına, dinine, dinsizliğine, mezhebine, meşrebine bakılmaksızın…
Bu kutsal vatan toprağında doğup; ekmeğini yiyen, suyunu içen, havasını soluyan…
Dünyanın neresine giderse gitsin göğsünü gere gere; “Ne mutlu Türk’üm” diyen herkese kutlu olsun!
Şu son 20 yılda cumhuriyetimizin kazanımlarına, bugüne kadar misli görülmemiş insafsızca saldırılar yapılmış olsa da…
Büyük Kurtarıcımız, Cumhuriyetimizin Kurucusu, Tek Başkomutanımız, Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün;
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!”
Ve…
“Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.” Sözleri rehberimiz olduğu sürece…
Ant olsun ki, hiç bir güç Cumhuriyetimiz’in temel taşlarından birini dahi yerinden oynatmaya cesaret edemeyecektir!
Aksi halde canımız, kanımız pahasına da olsa o menfur eli kırmak için…
“Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur!”
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti;
Çok uluslu bir imparatorluk olan Osmanlı’nın “Etrak-ı bi idrak” (İdraksız, akılsız, aptal Türk) diyerek, aşağıladığı, hakaret ettiği asil Türk Milleti’nin eşsiz bir zaferidir.
Padişahlara, tek adamlara değil, sadece Allah’a kul olmanın adıdır!
Medeniyetin adıdır!
Çağdaşlığın adıdır!
Milli Kültür’ün adıdır!
Hak, hukuk ve adaletin adıdır!
Eşitliğin adıdır!
Demokrasi ve özgürlüğün adıdır!
Daha açık bir ifadeyle…
İnsan olmanın adıdır!
Cumhuriyet’e giden çetin yollar kolay aşılmamıştır.
19 Mayıs 1919’da Mirliva (Tümgeneral) Gazi Mustafa Kemal Paşa ve ona inanmış bir avuç kahraman tarafından işaret fişeği atılmış…
Bunu, Erzurum ve Sivas Kongreleri…
23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılması takip etmiştir.
Ardından İnönü ve Sakarya zaferleri…
Derken…
26 Ağustos 1922 tarihinde Büyük Taarruz!
30 Ağustos 1922’de Büyük Zafer kazanılmış, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın; “Ordular; ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emriyle coşan Türk Ordusu, Yunan’ı 9 Eylül 1922’de İzmir’de denize dökerek, silahlı mücadeleye son noktayı koymuştur.
Lakin henüz her şey bitmemişti.
Bunun bir de diplomasi safhası vardı.
Dışişleri Bakanlığı’na getirilmiş olan İsmet Paşa (İnönü) başkanlığındaki murahhas heyeti (delege kurulu), 20 Kasım 1922 tarihinde start almış olan Lozan (İsviçre) Konferansı’nda, kendilerini dev aynasında gören İngiltere başta olmak üzere, dünyanın politika cambazlarıyla kıran kırana pazarlıklar sürdürüyor, onlara adeta kök söktürüyordu.
İçerde, yani Meclis’te ise, birbirimizi yemekle meşguldük.
Meclis’te ardı arkası kesilmeyen sert tartışmalar olmakta, yeni kurulacak olan devletin doğum sancıları çekilmekteydi.
Üstat merhum Murat Sertoğlu’nun tabiriyle “Silahlı mücadele devri kapanmış, politika devri başlamıştı”.
Bu sert tartışmaların başını, adına II.Grup denilen muhalefetin liderleri konumundaki Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey ile Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey çekmekteydi.
Bazen, “bu kadarına da pes yahu!” dedirtecek cinsten öyle saçma sapan, kasıt taşıyan, sinirleri en sağlam insanları bile çileden çıkaracak türden önergeler veriliyordu ki, aklı başında insanların zıvanadan çıkmaması mümkün değildi. Örneğin bunlardan biri hatta en önemlisi, 2 Aralık 1922 tarihindeki oturumda Meclise verilen seçim yasası değişikliği teklifi idi.
Bu teklife göre, “Bir kimsenin mebus seçilebilmesi için o günkü hudutlar dahilinde her hangi bir yerde doğmuş bulunması veya beş sene müddetle aralıksız olarak ikamet etmiş olması” gerekiyordu.
Yani açık bir ifadeyle hedef, sınırlarımız dışında kalmış bulunan Selanik’te doğan, cepheden cepheye koştuğundan bir yerde değil beş yıl, bir yıl bile ikamet etme imkanı bulamamış olan Mustafa Kemal Paşa’ydı.
Bu olup bitenleri büyük bir nefret ve öfkeyle özel locasından izlemekte olan Paşa’nın Muhafızı, bir başka tabirle “Fedaisi” Giresunlu Milis Piyade Yarbay Topal Osman Ağa, onlara kendini hatırlatmakta gecikmez! Osman Ağa’nın, üzerlerine doğru yönelen mavzerinin mekanizma şakırtıları “İkinci Grup”un uyanıp geri adım atmasına yeter.
Kılıç Ali’nin anlatımıyla: “Birinci Büyük Millet Meclisi bambaşka bir alemdi. Orada entarisinin üzerine ceketini çekmiş, başına fes giymiş bir kısım mutaassıp insanlardan tutun da Kürt, Çerkes kıyafetlerine bürünmüş insanlar, başları kalpaklı milliciler, doktor, eczacı, kumandan, ulema, hakim, derviş, şeyh, avukat, telgraf memuru, ilh…her çeşitten, her meslekten paşa, bey, efendi, ağa, hacı, hoca, bir cemiyetin her çeşidini orada bulabilirdiniz. (…) Hepsinin bir tek gayesi vardı: Düşmanı vatan topraklarından atmak! Devletin mevcudiyet ve istiklalini ve tarihi şerefini kurtarmak!”(Kılıç Ali Hatıralarını Anlatıyor)
Bu yüce amaç etrafında toplanan milletvekillerinin zaferden sonra değiştiklerini, kiminin sivrilmek, kiminin şöhret olmak amacıyla muhalefet ettiklerini, sık sık kürsüye fırlayarak kendilerini göstermeye çalıştıklarını, zamanla hizipleşmelerin ortaya çıktığını da anlatan Kılıç Ali, Ali Şükrü Bey ve onun düşüncesindeki milletvekilleri için de şunları söylüyor:
“…Eskişehir mebusu Abdullah Azmi Efendi ile Kastamonu mebusu Tevfik Hoca, Balıkesir mebusu Basri ve Vehbi Beylerle Abdülgafur Hoca ve arkadaşları gibi geriye gitmek, devr-i saadeti (padişahlığı) ihya etmek (diriltmek) fikrinde görünenlerle Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey gibi bu köhne zihniyeti terviç edenlerin (destekleyenlerin) tahakkümü (zorbalığı), Mecliste almış yürümüş bir haldeydi.”(a.g.e., s.68)
Meclisin sağındaki sıralarda muvafık (Mustafa Kemal taraftarları), solunda muhalif, ortasında ise tarafsız ve yaşlı milletvekillerinin oturduklarını, iki taraf arasında kavga çıktığında ortada oturanların araya girerek onları ayırmaya çalıştıklarını da anlatan Kılıç Ali:
“Birinci Büyük Millet Meclisi’nde dayaklı hadiseler, zaman zaman tabanca çekmeler eksik değildi.”diyor.
Biz de bir ilavede bulunalım.
Kılıç Ali’nin bahsini ettiği bu “tabanca çekmelere”, oturumları, özel locasından takip etmekte olan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Muhafız Birliği Komutanı Giresunlu Milis Piyade Yarbay Topal Osman Ağa’nın sağ ve solundaki fedailerin mekanizma şakırtıları da ekleniyordu.
Devam edelim…
Kılıç Ali’ye göre, Meclis’in solunda oturan ve adına II.Grup denilen Hilafet yanlısı muhalefetin amacı özetle şöyledir:
Asker görevini yapmış, vatan ve “Saltanat” kurtarılmıştır. Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere asker artık kışlalarına çekilmeli, Padişah Hazretleri görevine devam etmeli, kendileri de ülkenin yönetimini ellerine almalıdır.
Bu gibi düşüncelerin bayraktarlığını da, Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey yapmaktadır. Adeta tek kişilik bir muhalefet gibidir. Sık sık söz alıyor, tansiyonu iyice yükseltiyordu.
Düşünebiliyor musunuz?
Bir yanda Milli Mücadele’nin önderi Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı kendi eseri olan TBMM’den dışlamaya çalışan içimizdeki nankörlerle mücadele…
Diğer yanda ise, şeytana pabucu ters giydiren İngiltere’nin başı çektiği büyük devletler karşısında Lozan’da verilen diplomasi savaşı!
Nitekim Lozan görüşmeleri 4 Şubat 1923 tarihinde kesintiye uğrar.
Geri dönen Dışişleri Bakanı İsmet Paşa (İnönü) 5 Mart 1923 tarihinde Meclis’te söz alarak, konuya ilişkin bilgi vermeye çalışır.
Konferans esnasında raporlarının Meclis Başkanına, onun direktiflerinin de kendisine zamanında ulaştırılmadığını, Bakanlar Kurulu’nun kendisine yardımcı olmadığını, Mustafa Kemal Paşa’dan başka destek görmediğini vurgular. Ancak konuşması sık sık protestolarla kesilmektedir.
Yine her zamanki gibi başı çeken Ali Şükrü Bey, “Mehmetçiğin süngüsüyle kazanılan muazzam zaferin Lozan’da heba edildiği” suçlamasıyla İnönü’ye yüklendikçe yüklenmektedir.
Böyle sıkıntılı günler geçiren, hatta her an bir suikasta uğrama tehlikesi bile bulunan Atatürk, kendisine ihtiyacı olduğunu söyleyerek, bu sıralarda izinli olarak Giresun’da istirahatte bulunan ve Kurtuluş Savaşı’nın yorgunluğunu henüz üzerinden atamamış olan Fedaisi Milis Piyade Yarbay Osman Ağa (Topal Osman)’yı derhal Ankara’ya çağırır. Bu emir üzerine Osman Ağa (D.1883-Ö.2 Nisan 1923), 1923 yılının mart ayında Ankara’ya döner, dönmesiyle birlikte de kader, ağlarını örmeye başlar.
İnönü’yü savunma görevini üstlenen Mustafa Kemal Paşa, yapılan hücumlara göğüs germekten yorgun düşer. Ali Şükrü Bey’in sık sık söz istemesi, ileri-geri konuşmaları, hele bir de “deyyus” diyerek Mustafa Kemal Paşa’nın üzerine yürümesi tansiyonu iyice yükseltir. Meclis Başkan Vekili Ali Fuat Paşa’nın, elindeki büyük çanı ikisinin arasına fırlatmasıyla, büyük bir kavga güçlükle önlenir.
Paşa’ya yapılan bu saygısızlıkları Meclis’teki locasından izlemekte olan Osman Ağa ise, sinirinden hop oturup, hop kalkmaktadır.
Artık kader ağlarını örmeye başlar.
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, 27 Mart akşamı birden ortadan kaybolur. Meclis karışmıştır.
Bu kargaşa arasında, 1 Nisan 1923 tarihinde seçim kararı alan Meclis, kendi kendini fesheder.
Bu arada, Ali Şükrü Bey’in cesedi de Mühye köyünde bulunur.
Osman Ağa’nın üzerine yıkılan Ali Şükrü Bey cinayetinin üzerindeki esrar perdesi bugüne kadar aydınlatılamamış olmakla beraber, 2.Grup tarafından elde edildiğini düşündüğümüz Üstteğmen İsmail Hakkı Bey (Tekçe)’in bir kumpası olduğu kanaatindeyiz.
Burası uzun hikaye olduğundan, biz asıl konumuza devam edelim.
24 Temmuz 1923’de, Türkiye’nin tapu senedi olan Lozan Antlaşması imzalanır.
Yenilenen seçimleri müteakip, 11 Ağustos 1923 tarihinde toplanan 2.TBMM, Lozan Barış Antlaşması’nı onaylar.
Her ne kadar 1.Meclis’teki muhaliflerin hiç biri seçilememiş olsa da, 2.Meclis’e giren yeni vekillerde de kafa karışıklıkları mevcuttur.
Ayrıca hükümet teşkilinde de büyük güçlüklerle karşılaşılıyordu.
Örneğin; Başbakan’ı, TBMM Başkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa atamış olsa da, bakanlar meclis tarafından seçiliyor, bu da hükümette uyumsuzluk doğmasına ve dolayısıyla hükümetin ömrünün kısa olmasına sebep oluyordu.
Nitekim seçimlerden sonra Başbakanlığa atanan Fethi Bey (Okyar) bunun büyük sıkıntısını yaşamış, kurduğu kabinenin ömrü çok kısa olmuştu.
Ancak yeni kabine de bir türlü kurulamamış, başvekil de bulunamamıştı.
Kulisler bir birini kovalar. İşin içinden çıkılamayınca, Gazi Mustafa Kemal Paşa devreye sokulur.
Oysa Gazi, Şevket Süreyya Aydemir’e göre, “işlerini tezgahlamıştı” (Tek Adam, 3.cilt, s.147).
İşin olgunlaştığına kanaat getirdikten sonra da arkadaşlarını Çankaya’ya yemeğe davet etmişti.
Sözü burada Şevket Süreyya Aydemir’e bırakalım:
“…O gece Çankaya’da İsmet Paşa ile Milli Müdafaa Vekili Kazım, eski kolordu kumandanlarından Sinop mebusu Kemalettin Sami ve Milli Mücadele Kocaeli Grubu kumandanı Halit Paşalar bulunuyordu.Gazi, Rize mebusu Ekrem ve Afyon mebusu Ruşen Eşref Beyleri de yemeğe alıkoydu. İşte bu yemektedir ki:
‘-Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz’ dedi. ” (a.g.e. s.147)
29 Ekim günü grup öğleden önce saat 10.00’da toplanır. Yine fikir tartışmaları başlayınca, Gazi, Meclis’e davet edilerek gruba kısa bir demeç verir:
“…Bana bir saat müsaade buyurun. Bulacağım hal şeklini arz ederim.”
Meclis’teki odasına çekilen Gazi, en yakın arkadaşlarını yanına çağırır, sırrını açıklar.
Bir saat sonra o meşhur konuşmasını yapar, peşinden de teklifini sunar.
Yine Şevket Süreyya Aydemir’e dönelim:
“…Nihayet Meclisin sarıklı, fakat atılgan hareketli mebuslarından Antalya mebusu Rasih Hoca (Kaplan) söz aldı. Rasih Hocanın ağır, dokunaklı ve tesirli bir sesi vardı. Açık ve kesin konuştu. Sözlerini:
“-Din bakımından da en muvafık hükümet şekli cumhuriyettir.” Diye bağladı ve haykırdı:
“-Yaşasın cumhuriyet!..”
Ertesi gün, oybirliğiyle Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ilk Cumhurbaşkanımız seçilmesiyle birlikte son nokta konulmuş olur.
Bizlere bağımsız bir vatan bırakan, Cumhuriyet gibi bir hazine emanet eden başta Büyük Kurtarıcımız ve Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, silah ve dava arkadaşlarını bir kez daha minnet ve şükranla anıyor…
Hepsine Allah’dan rahmet diliyorum.
Ruhları şad, mekanları cennet olsun!
Yazımı, Sosyolog, Din Bilgini, Hukukçu, Siyasetçi, Antalya Milletvekili Rasih (Kaplan) Hoca (1883-1952)’nın sözleriyle bağlıyorum:
YAŞASIN CUMHURİYET!
Cumhuriyete giden yolda, yoluna baş koyduğu Paşa'sını kanının son damlasına kadar koruyan 47.Giresun Gönüllü Alayı Komutanı, Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın Muhafız Birliği (Meclis Muhafız Taburu) Komutanı, Balkan, Kafkas ve Kurtuluş Savaşı Gazisi yiğit Giresun Uşağı Milis Piyade Yarbay Osman Ağa (Topal Osman).
Cumhuriyet'e giden yolda, Mustafa Kemal Paşa'nın Fedaisi Osman Ağa Komutasındaki şu yiğit Giresun Uşakları'nın (Meclis Muhafız Taburu erleri), Mustafa Kemal Paşa'yı saf dışı etmek için kumpaslar kuran içimizdeki hainlere yönelen mavzerlerinin mekanizma şakırtılarının rolünü de unutmayalım!
Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı) İsmet Paşa, TC'nin tapu senedi olan Lozan Antlaşması'nı imzalıyor.
Yaptığı ateşli konuşmayı, "Yaşasın Cumhuriyet" sözleriyle bitiren Sosyolog, Din Adamı, Hukukçu, Siyasetçi (Antalya Milletvekili) Rasih (Kaplan) Hoca.
,