Havaların soğuması ile kış mevsimi kapımıza dayandı. Evin mevsimi, sarılmanın, sarınmanın, sarmalanmanın… Uzun çayların, derinlemesine yemeklerin mevsimi… Ayrılığın değil buluşmaların… Sıcak olan her şeye doğru neşeyle yönelmenin, böylece beraber ısınmanın mevsimidir kış ayılar… Her ne kadar şu günlerde pandemi nedeniyle sevdiklerimiz ve dostlarımız bir arada olamasak da bir başka olur kış ayların da yapılan sohbetler… Düşünün sabah yüzünüze vuran eksi otuzlara dayanan kışın ayazını iliklerinize kadar hissediyorsunuz, yollar buz, çatılar buz! Sinirli bir insan misali tokatlıyor soğuk... Sahi, bu soğukta bir soba başına toplanmak güzel olmaz mıydı şimdi... Sobanın etrafında demlenen çaylar eşlik eder o güzel muhabbete… Etrafında toplanarak demlenen çaylar eşliğinde o tarihin tozuna karışan sobalar var ya bir tek bedeni değil yüreğimizi de ısıtırdı… Üzerinde sohbetimizle dem tutan çay bizim muhabbetimize ortak, kavrulan kestane ve leblebi, közlenen patatesler sohbetlere bir başka renk katardı… Hele o demlik bir kaynamaya başlayınca sobaya düşen damlaların çıkardığı ses bizlerin meşgalesi olurdu… O dönemlerde evin her odasında soba yakma imkânı olmadığı için yatak odaları buz gibi olurdu… Sabahları o sıcacık yataklarımızdan kalkar, bir yandan kahvaltı yapılırken bir yandan da ekmekler kızarır ve arada unutulunca yanık kokusu ve dumanıyla fark edilir ama annemiz de yanıkları bıçakla sıyırır ve yine de o ekmek yenirdi… Dışardan gelince sobanın yanıyor olması umuduyla eve girer ve odadan girince yüzümüze vuran sıcak hava bir ohh çeker, hemen ellerimizi sobanın üstüne tutardık… Biraz karıncalanma hissedersin ve birkaç dakika içinde iliklerine kadar ısınmış olurduk… Çok soğuk günlerde ailece aynı odada yatmanın ne demek olduğunu bilirsin…
Ama olsun yine de güzel günler, güzel zamanlardı o yıllar… Kim özlemez ki o yılları… Ya şimdi kalorifer peteklerinin arasında kaldık ama şunu iyi bilmeliyiz ki, karakışların emektarlarına hürmet, adettendir daima…