Öncelikle yazıma başlamadan Kahramanmaraş merkezli yaşanan depremlerde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, ailesine, yakınlarına ve ulusumuza başsağlığı diliyorum
Ülkemizde yaşanan büyük deprem felaketi sonrasında ruh halim dibe vurdu. Yazı yazabilecek durumda değilim. Engelli birey olarak Allah’ıma yalvarıyorum keşke orada olsam da ben de bir şeyler yapabilsem diye…
Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi merkezli depremin yol açtığı felaketi izlerken, asıl meselenin çürük binalar olduğunu görüyoruz. Dramatik olan noktalardan birisi de hastanelerin, okulların, devlet dairelerinin de bu çürük binalar topluluğu içinde yer alması. 17 Ağustos 1999 depreminin ardından yapılan tartışma ve araştırmalar sonucunda şu sloganı benimsemiştik. “Deprem öldürmez bina öldürür.” Bu saptamanın ışığında, sıcağı sıcağına çok sıkı inşaat yönetmelikleri, kanunlar hazırlandı. Kentsel dönüşüm projeleri geliştirildi. Bu yönetmeliklere uygun binalar yapılması için birtakım çalışmalar yürütüldü. Binalar inşa edildi. Sonra ne oldu? Devletin kayıtlarına göre binaların üçte birine yakını hâlâ depreme dayanıksız. Üstelik bu yönetmeliklerden sonra yapılmış binaların da depreme dayanamadıklarını görüyoruz. Görüyoruz ki 17 Ağustos 1999 depreminden hiçbir ders çıkarmamışız, umarım bu acı olaydan çıkartırız…
Bir deprem ülkesinde yaşadığımız bilinciyle hareket etmenin gerekliliğini yine yitirilen canlarla anlamak en zoru.
Hepimiz günlerdir deprem bölgesine gitmek, enkazdan birilerini çıkarmak için yardımda bulunmak, yaşayanların anne, baba, kardeş, çocuk, eş, akraba acısını birebir paylaşmak istiyoruz. Yol kesen o yağmacılara ders vermeyi de… Tabii bölgeye gitmek şu an için arama kurtarma çalışmaları devam ederken fazlalık olmaktan ileri gitmeyecek