Çok uzaklarda olsa da, bakınca sanki karşımda gibi duran kapkara dağları, sivri,sivri tepelerini gördükçe içim açılırdı ufacık el içi kadar oyun alanımız tepemizden bakarken. Tepe dediğim yer, top sahamız, almaca tutmaca, çelik çomak, sinnenmece...daha ismini hatırlayamığım onlarca oyunu, mahallenin çocuklarıyla oyunlar oynadığımız bir tiyatro sahnesiydi sanki. Kuzeyinde masmavi kara deniz ve kasaba uzanırdı, inciden kumların kıyısında. Atlasanız sanki bir kuş kadar kolay kanat çırpmadan kasabaya atlar, kumlarda yayılan martıların içinde bulurdunuz kendinizi. Dalgalar öperken çakılla karışık kumları, bir sıvacı ustası gibi, denizin kenarına pürüzsüz kumdan sıvalar yapardı. O pürüzsüz kumsallara basar ayak izlerimiz kuma çıkardı. Deniz bu, istemezdi ayaklarla basılmasını kıyısına kumlarına. Usuldan kırmadan, dökmeden sanki namusunu temizlercesine köpükten, kabaran bir öfkeyle yalar yutardı ayak izlerini kara incecik, bazen tuz, bazen demir tozu gibi kumsallarından. sünger gibi dalgaları emen kumsallar, yine pürüzsüz göz alabildiğince uzar giderdi. batısı Karaburun, doğusu Çavuşluya doğru. Denizle inatlaşır gibi bir at kişnerdi kumsallarda. Heybetli kır bir at. Eyersiz. Gem ağzında salya sümük köpük,köpük Köpükten dalgalara inat dört nala koşarken, kuyruğu havada,yeleleri bulutlara çıkacaksına uçarak koşarken tepeden izlerdik. İnce uzun bir adam,
Bir doğuya Çavuşluya, bir döner Karaburun'a gider gelirdi. Çingeneler denizin biraz gerisinde onlarca çatır kurar, Çocukları sefil, kadınları dilenci, Erkekleri bıyık burup keyif çatarlardı. Kadınlarının ağzında altın dişlerin parıltısı, çingene ağalarının tespihlerinin şakırtısı, Çırıl çıplak çingene çocuklarının çığlıkları ulaşırdı tepeye dalga seslerine karışarak, Çiçek,çiçek çiçeklenmiş denizden sahile doğru esen poyrazla. Uzaktan izlemek hayal etmek bizim için bir sanattı o yıllar. Kasaba yakın olsa da, gitmek kolay değildi. Kasabaya hafta bir gidilirdi oda uyarına gelirse. Ama biz o tepeden hep kasabayı ve dağları izler, günde yüzlerce kez gider gelirdik. Yorulurduk oyun oynamaktan, hayaller kurmaktan. Tepenin orta yerinde deve hörgücü gibi ufacık dağ görünümlü yosunlu taşın üstüne oğul atmış arılar gibi otururduk. Sırt sırta verip temmuz sıcaklarında denize giriyormuşcasına serin poyrazı hissederdik. Şimdi o çocuklar, o oyunlar, o tepe, o güzelim sahiller olmasa da, tepenin orta yerindeki tümsek taş, karşıda ki ,dağlara inat hala duruyor. Poyraz esmese bile. Çocukluğumda, kayıp bu arada. Aradım tepeyi kaplayan çortlarda bulamadım. Bir adam gördüm. Kara kuru birazda yorgun. Arama dedi çocukluğun mazide kaldı. O çocuk sensin....
M.Yayla-Görele