Kahramanmaraş merkezli ve çevresindeki illeri kapsayan deprem ülkemizi yasa boğdu. Bütün memleket enkaz altında kaldı sanki. Türkiye'mizin başı sağ olsun.
Hayatını kaybedenlere rahmet, yaralılara acil şifalar, yakınlarını kaybeden ve deprem felaketini yaşayanlara sabırlar diliyoruz. Allah kolaylıklar versin.
Deprem bölgesine yardım götürüp dönenler, televizyonda gördükleriniz ne ki diye başlıyorlar konuşmaya ve felaketin boyutunu anlatmakta zorlanıyorlar.
Deprem, ülkemizi belirli aralıklarla yokluyor. Her defasında farklı bir bölgede büyük ölçüde yıkıma sebebiyet verirken binlerce canımızı da alıp götürüyor.
Deyim yerindeyse binalarımız göz göre göre yıkılıyor ve insanlarımız göz göre göre ölüyorlar. Depremin gelip binalarımızı yıkmasını ve sevdiklerimizi öldürmesini bekliyoruz.
Bugün bu büyük felaketin ardından Dadaloğlu'nun dediği gibi “Ölen ölür kalan sağlar bizimdir” durumundayız. Ülke olarak tam bir bütünlük içinde deprem bölgesindeyiz. Tırnaklarımızla enkaz altından insan kurtarmaya çalışıyoruz. Varımızı yoğumuzu bölgeye akıtıyor, felakete uğrayan insanlarımıza yardım ulaştırmaya çalışıyoruz.
Böyle durumlarda ülkemizdeki dayanışma en üst seviyeden gerçekleşiyor.
Organizasyon eksikliği, geç kalmışlık, gereksinim önceliği gibi eleştirilen konular bir yana tüm ülke insanımızın samimiyetle bölgeye yardım ulaştırmaya çalıştığını görüyoruz.
Görmediğimiz tek şey bu yıkım ve can kayıplarının nedenleri!
Neden bu kadar çok yıkım ve neden bu kadar çok can kaybı sorusuna cevap arama zahmetine katlanmıyoruz. Oysa bu daha kolay ve daha acısız bir yoldur.
Binalar yıkıldıktan sonra, insanlar öldükten sonra bölgelere akın etmek yerine binaların yıkılış nedenlerini ve insanların ölüm sebeplerini ortadan kaldıracak yöntemleri hayata geçirebilsek hem bu kadar kaybımız olmayacak hem de bu kadar acı çekmeyeceğiz.
Bunu nasıl mı sağlayacağız, çok kolay; bilim, teknik ve denetimle!
Deprem sadece bizim ülkemizde olmuyor ki, o ülkeler nasıl sağlamışsa biz de öyle sağlayacağız. Bilim neyi gerektiriyorsa tekniğine uygun olarak onu yapacağız.
Televizyonlarda her deprem sonrası yayınlanan o meşhur fay hattı haritası bu defa da ekranlardan düşmedi. Kırmızıyla çizmişler. Buralara yerleşim yeri kurmak bilime isyan etmektir. Hadi kurdunuz diyelim, o zaman da tekniğine uygun yapılar yapmamak ve bunu denetlememek felakete davetiye çıkarmaktır.
Uzmanlar saatlerce konuşuyorlar. Bilim adamlarının tespit ve değerlendirmeleri ortada… Raporlar ve açılamalar bir gerçeğe işaret ediyor. Ama kimse aldırış etmiyor.
Etmemiş ki manzara bu!
Bu inşaat yapım işini nasıl bu kadar hafife alabiliyorsunuz anlamıyorum! Neden bu kadar inşaat mühendisliği fakültemiz var? Neden bu kadar jeoloji fakültemiz var? Neden bu kadar deprem bilimcimiz var? Neden bu konulara kafa patlatan insanlarımız var?
Bunlara hiç mi saygınız yok? İnşaatı sadece kum, çakıl, çimento, demir ve tuğladan oluşan bir yığın mı zannediyorsunuz. Bunun da bir bilim olduğuna ne zaman inanacaksınız?
Buna inanmayacaksanız boşuna ölenlerin ardından ağıt yakmayınız!
Onun için kalan sağlar bizimdir diyorsunuz. Oysa ölenler de bizim, biliyor musunuz?
Türkiye ne yazık ki bir deprem coğrafyasında… Böyle bir toprak parçasını yurt edinmişiz. Biz bu vatanda yaşayacağız ve öleceğiz. Ancak insan gibi ölmek istiyoruz.
Bu gerçeğe göre de yapılaşmamız lazım. Zemin yapısından iklimine kadar her şey biliniyor. Bin yıldır bu topraklarda yaşıyoruz. Yeni değiliz. Yurdumuzu vatanımızı tanıyoruz.
Buna göre de depreme dayanıklı yapılar yapacağız. Devlet, devlet olma gücünü kullanarak yaptıracak. İzin vermeyecek. Denetleyecek. Her şeyine bakacak.
Bu devletin görevidir. Depremde evi yıkılana çadır kuracak ancak depreme dayanıklı evler yapılması için de devletliğini gösterecek. Burada her şeyi devletten beklemek hakkımızdır.
Ve bir de bütün bu olanlara kader demeyecek!