Yine ayaklarım beni mazinin yokuşlarına saldı. Mazinin yokuşları insanı yormasa da, ona ulaşmak, yıllanmış yollarından geçip maziyi bulmak maharet ister. Belki de elli yıllık bir anıyı biraz önce yaşamış gibi hatırlamak, elli yıllık geçmişi o günün ruhuna yakışır anlatmak, arının bal yapmasından farksızdır. Arılar nasıl dünya kuruldu kurulalı aynı kıvamda, aynı tatta bal yapıyorsa, biz insanlarda geçmişten çıkaracağımız derslerle yarınlarımıza ışık tutalım mı.?
Büyük bir şehirde yaşamasak da, ufacık bir kasabanın özünde hayatı kucaklamak bizim için bir zevkti. Ufacık kasabanın, ufacık evlerinin arasında, ufacık alış veriş yaptığımız bakkallar, Tahtadan yapılmış özensiz raflarda sabun, tuz, döşemenin üzerinde ufacık çuvallarda, şeker, pirinç, bulgur, Kapıda bir fıçı içinde gaz. Üç beş tane büyükten küçüğe doğru sıralanan litre, Eğreti bir masanın üzerinde kocaman kefeli terazi ve dirhemler. Şimdilerde olduğu gibi poşet yerine kese kağıtları, Annelerimizin diktiği ufacık torbalar. Gaz bidonlarının yerine paslı tenekelerden gaz kapları. Üreten, o okumasını yeni yeni söken Anadolu. Ekonomisini kendi kendine derip toplarken gerçek hayatı mutlu yaşamanın yollarını bulmuştu. Annem her salı pazara iner, kocaman sepetini gücü yettiğince doldurur yürüme köyün yokuş yollarında kan ter içinde eve gelirdi. Komşumuz ve akrabamız Sadiye teyze, Mücella yengemle Taş köprünün üzerine geldiklerin de sepetleri sırtlarından usulca bırakırlar, kemer taş köprünün altından akıp giden suyun sesinde dinlenirlerken, Yusufçukların ipeksi renginde yusufçuklarla uçar giderlerdi. Terleri soğur, Keşan peştamallarını düzeltirler, yine yokuş yukarı daracık yollarda yürürlerdi. Tüp yoktu. Yemek yapmak için ateş çatılacak, ocak başında yarmacalar harlanacaktı. Hele Annem bulgur pilavı yapacaksa saatlerce bulguru seçer, içinden incecik boncuk gibi taş tanelerini ayıklardı. Yinede içi rahat etmez bu kezde bir kabın içine su koyar, bulguru bir o kaptan diğer kaba aktarırdı. Sonra bir patates soyar. minicik minicik bulgurun içine katardı. Hiç iş bitmezdi. Ne çamaşır makinası, ne bulaşık makinası vardı. Detarjan olmasa da sabun evin olmasa olmazıydı. Akşam oldu mu karanlık basar, duvarda bebek dili kadar bir alev geceden kokarmış gibi titrer titrer bir masal tadında uykuyu çağırırdı bizi yastıklarımız da. Tavanda fareler, mahallenin kedileriyle dansa başladıklarında bizler çoktan derin uykularımıza gömülmüş, hiçbir şeyden habersiz şafak sökene kadar uyurduk. Sabahları hanımeli kokardı odamız. Horozlar öter, tavuklar gıdaklar, Ahırda ineğimiz yalını istercesine bağırırdı. Belki de süt yakmış memelerinin bir an önce sağılması için çağırıyordu. Su çeşmede, Banyomuz teneke leğenlerdi. Übrük çaydanlıktı. Şeker kelle şekerdi. Ama hayat yaşamaya değerdi. Parayı hiç görmezdik. para büyüklerin cebinde duran dar günlerin ışığıydı. Zaten parayla işimizde yoktu. Evin önündeki çit manavdı. İneğimiz bakkaldı. Her şeyin olması da çok güzel. Bugünlerde olduğu gibi. Ama bir bedeli var. Böyle lüks yaşamanın sonu, kıyamet gibi olacak ondan korkarım..!!! M.Yayla-Görele