Bulutlar şimşek çakıp, kapkara gecenin üzerine kıvılcımlardan imza atarken, Ufacık evimizin ufacık camları gök gürlerken sallanır, dökülen macun boşluklarından odamıza rüzgar üşüşürdü. Tenekeden çatımızda yağmur taneleri uykularımızı getirecek kadar güçlü ninni tarzında ahenkli ahenkli sesler çıkarıyordu. Ufacık camlarda damla damla yağmur taneleri kayarken, Çatmada yanan gaz lambamız çocuklar gibi yağmur damlalarına diş çıkarıyordu. O tılsımlı gecede evimizin ahşap kapısına bir yumruk inip inip kalkıyordu. Davula vuran tokmak gibi. Hemen çevik bir ceylan gibi bir kadın sıçrardı oturduğu minderden. Ördüğü kazağı minderin kenarına bırakıp kapıya koşar,kapının sürgüsünü çeker kapıyı açardı. İçeri yağmurdan ıslanmamış yeri kalmamış bir adam kendini ufacık kısık bir gaz lambasının loşluğuna bırakırdı. Yağmuru sanki evimize taşıyan adam dakikalarca yağardı evimize. Dışarıda sel oluk, oluk akarken, Babam da yağardı yağmura inat. Annem hemen değişmesi içn temiz kıyafetler getirirdi. Değişirken üstünü Babam ışığın fidilini biraz açardı annem. Hemen aşkananın orta yerine sofra bezini serer, yuvarlak ağaç sofrasını yerleştirirdi üzerine. Sofranın ortasına ekmeği koyardı. Sonra kaşıkları. Derin dövme bakırdan kocaman bir sagana ağaçtan kepçeyle meşhur yemeğimiz kara lahana çorbasını koyardı. İncecik bir duman buharlaşarak gaz lambasının ışığına doğru kıvrılırken,Sağana vuran kaşık sesleri yağmurun sesini bastırırcasına çınlardı sofranın üstünde. Ne tattı o. Doyamazdık. Annem ekledikçe eklerdi kepçeyle tencereden. Peşinden mis gibi buğday kokan bulgur pilavı tüterdi bu kez. Annem bulguru haşlar, suyunu çektirir, üzerine tereyağ yakardı. Tasta yeni mayalanmış yoğurt kaşığa yapışırdı.Yağmur yağdıkça demlenir, Uyku göz kapaklarımıza asılırdı. Üç kardeş aynı yatağa uzanır yağmur sesinde uyur giderdik. Şafakla kuşlar ötmeye başladığında ,Penceremize asma gibi uzanan kocaman hanımeli çiçeği kokmaya başlardı kuş seslerine karışırdı. Ahırda ineğimizi uyanır boynunda ki çanı çın çın çınlardı. Deli bir güneş gece yağan yağmurun ıslaklığını kuruturken bir sis yükselirdi otlardan, çiçeklerden. İncecikten bir seher yeliyle savrulur giderdi akşam ki yağmurun kalıntıları. Ayakkabıya benzeyen beyaz plastik ayakkabılarımız giyer kaygan, çamurlu, daracık, taş döşeli yollardan okulumuzun yolunu tutardık. Yarım saatlik bir yürüyüşün sonunda okula ulaşırdık. Okulun bahçesini akşam yağan yağmur, Denizden gelen dalgalar Ufacık bir göle çevirir, korunaksız ayakkabılarımızla su kaplı bahçeden sınıflarımıza giderdik. Akşam eve geldiğimizde ayaklarımız ölü ayakları gibi bembeyaz olmuş, Derisi buruşmuş derin nasır görünümünde ürkütücü bir çirkinliği sererdi gözlerimize. Annem ocağı çatar saatlerce ayaklarımızı gevretirdi. Ayaklarımız ısınırken sanki anason gibi plastik kokardı ateşin başında. Şimdiki yağmurlar yine aynı yağmurlar olsa da o eski yağmurlarla yarışamaz. O yağmurlar çocukluğumun yağmurlarıydı. Umut yüklü gelecek kokan yağmurlardı. Şimdi ki yağmurla yine koksa da artık gençlik kokmuyor. Sonbahar yağmurlarına benziyor. Ahh..! Çocukluğumun yağmurları. Haziran yağmurları gibi kurbağalar bağırırken yağardı. Çırçır böcekleri türkü yakardı o yağmurlara. Yağmur yine yağıyor . İçimden çıkıp ıslanasım geldi. Babamın haziran gecelerinde ıslandığı gibi ıslanarak, Baştan ayağa yağmura kanarak içeri girip yağmur olup yağmak istiyorum. Ocakta kara lahana olmasa da, haşlanmış bulgurun üstüne o güzel saf tereyağı yakan annem olmasa da. Haziran yağmurları artık umut vermiyor. Ben ikinci baharı yaşarken. Hanımeli var cam vazom da her şeye rağmen kokuyor. Fasılalarla. Çocukluğumdan hatıra....! M.Yayla-Görele
Anasayfa
Yazarlar
Mustafa YAYLA
Yazı Detayı
Bu yazı 264+ kez okundu.
YAĞMUR YAĞARKEN
Bulutlar şimşek çakıp, kapkara gecenin üzerine kıvılcımlardan imza atarken, Ufacık evimizin ufacık camları gök gürlerken sallanır, dökülen macun boşluklarından odamıza rüzgar üşüşürdü. Tenekeden çatımızda yağmur taneleri uykularımızı getirecek kadar güçlü ninni tarzında ahenkli ahenkli sesler çıkarıyordu. Ufacık camlarda damla damla yağmur taneleri kayarken, Çatmada yanan gaz lambamız çocuklar gibi yağmur damlalarına diş çıkarıyordu. O tılsımlı gecede evimizin ahşap kapısına bir yumruk inip inip kalkıyordu. Davula vuran tokmak gibi. Hemen çevik bir ceylan gibi bir kadın sıçrardı oturduğu minderden. Ördüğü kazağı minderin kenarına bırakıp kapıya koşar,kapının sürgüsünü çeker kapıyı açardı. İçeri yağmurdan ıslanmamış yeri kalmamış bir adam kendini ufacık kısık bir gaz lambasının loşluğuna bırakırdı. Yağmuru sanki evimize taşıyan adam dakikalarca yağardı evimize. Dışarıda sel oluk, oluk akarken, Babam da yağardı yağmura inat. Annem hemen değişmesi içn temiz kıyafetler getirirdi. Değişirken üstünü Babam ışığın fidilini biraz açardı annem. Hemen aşkananın orta yerine sofra bezini serer, yuvarlak ağaç sofrasını yerleştirirdi üzerine. Sofranın ortasına ekmeği koyardı. Sonra kaşıkları. Derin dövme bakırdan kocaman bir sagana ağaçtan kepçeyle meşhur yemeğimiz kara lahana çorbasını koyardı. İncecik bir duman buharlaşarak gaz lambasının ışığına doğru kıvrılırken,Sağana vuran kaşık sesleri yağmurun sesini bastırırcasına çınlardı sofranın üstünde. Ne tattı o. Doyamazdık. Annem ekledikçe eklerdi kepçeyle tencereden. Peşinden mis gibi buğday kokan bulgur pilavı tüterdi bu kez. Annem bulguru haşlar, suyunu çektirir, üzerine tereyağ yakardı. Tasta yeni mayalanmış yoğurt kaşığa yapışırdı.Yağmur yağdıkça demlenir, Uyku göz kapaklarımıza asılırdı. Üç kardeş aynı yatağa uzanır yağmur sesinde uyur giderdik. Şafakla kuşlar ötmeye başladığında ,Penceremize asma gibi uzanan kocaman hanımeli çiçeği kokmaya başlardı kuş seslerine karışırdı. Ahırda ineğimizi uyanır boynunda ki çanı çın çın çınlardı. Deli bir güneş gece yağan yağmurun ıslaklığını kuruturken bir sis yükselirdi otlardan, çiçeklerden. İncecikten bir seher yeliyle savrulur giderdi akşam ki yağmurun kalıntıları. Ayakkabıya benzeyen beyaz plastik ayakkabılarımız giyer kaygan, çamurlu, daracık, taş döşeli yollardan okulumuzun yolunu tutardık. Yarım saatlik bir yürüyüşün sonunda okula ulaşırdık. Okulun bahçesini akşam yağan yağmur, Denizden gelen dalgalar Ufacık bir göle çevirir, korunaksız ayakkabılarımızla su kaplı bahçeden sınıflarımıza giderdik. Akşam eve geldiğimizde ayaklarımız ölü ayakları gibi bembeyaz olmuş, Derisi buruşmuş derin nasır görünümünde ürkütücü bir çirkinliği sererdi gözlerimize. Annem ocağı çatar saatlerce ayaklarımızı gevretirdi. Ayaklarımız ısınırken sanki anason gibi plastik kokardı ateşin başında. Şimdiki yağmurlar yine aynı yağmurlar olsa da o eski yağmurlarla yarışamaz. O yağmurlar çocukluğumun yağmurlarıydı. Umut yüklü gelecek kokan yağmurlardı. Şimdi ki yağmurla yine koksa da artık gençlik kokmuyor. Sonbahar yağmurlarına benziyor. Ahh..! Çocukluğumun yağmurları. Haziran yağmurları gibi kurbağalar bağırırken yağardı. Çırçır böcekleri türkü yakardı o yağmurlara. Yağmur yine yağıyor . İçimden çıkıp ıslanasım geldi. Babamın haziran gecelerinde ıslandığı gibi ıslanarak, Baştan ayağa yağmura kanarak içeri girip yağmur olup yağmak istiyorum. Ocakta kara lahana olmasa da, haşlanmış bulgurun üstüne o güzel saf tereyağı yakan annem olmasa da. Haziran yağmurları artık umut vermiyor. Ben ikinci baharı yaşarken. Hanımeli var cam vazom da her şeye rağmen kokuyor. Fasılalarla. Çocukluğumdan hatıra....! M.Yayla-Görele
Ekleme
Tarihi: 12 Haziran 2023 - Pazartesi
YAĞMUR YAĞARKEN
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.