Çalışmayı o kadar çok severdi ki, çalışırken hiç yorgunluk duymazdı. Çalışırken ürettiklerine baktıkça gözleri fal taşı gibi fırlar, yaşadığının farkına varıp, dünyanın en büyük zevkini duyardı. Sessiz sessiz bazen bir sincap gibi, bazen bir arı gibi , bazen bir karınca gibi çalışırken kendinden geçer, ne yemek arardı, ne de bir yudum su. O çalışırken ne azık alırdı yanına, ne de bir yudum su. Yaptığı işi bitirmeye uğraşırken susadığını hissetti. Çalıştığı yerin hemen önünde kocaman bir dere akıyordu çağlayarak. Etrafında ki kirliliği görünce eğilip içmeye tiskindi. Dudakları bir birine yapışıyor, dili damağına yapışıyordu. Karar verdi akan dereden su içmemeye. Aklına uzun yaz günlerinde ramazan orucu tuttuğu günleri getirdi.
-Oruç olsam iftara kadar bekleyeceğim ya deyip kendine cesaret verdi. Yine çalışmaya koyuldu. Susuzluğu unutsa da, dili ve dudakları açıkmış bir bebek gibi çığlık çığlığa ağlıyorlardı. Ateşe düşmüş gibi. Çalışma azmi kayboldu birden. derlediği çıkının sırtına sarıp suyun yoluna düştü. Önüne bir çaykara çıktı. Tam eğilip içecekti ,dudaklarını değdirdi değdirmedi, başının üstünden bir kurbağa arka bacaklarını uzatarak suya atladı. İçi lığ dolu ufacık çaykara, Fokurdayan su gibi, dana gözü büyüklüğünde balon gibi patladı. Bulandı. Abanarak kalktı çöktüğü yerden.Hızlı adımlarla yürümeye başladı. hava kararmış yağmura ramak vardı. Yürüdükçe sırtında ki çıkını ağırlaşmaya başlamıştı. Yük taşıyan insanlar çok iyi bilir,Yük taşıdıkça ağırlaşır. Adımları tartmaz oldu kendini. On on beş metre ilerisine bakıp gözlerini kapadı yürürken uyumaya çalıştı. Karanlık bir gecede yürür gibi fenersiz yürüyen birini andırıyordu. Yağmur çiğselemeye başladı. Kuru topraktan mis gibi bir koku kapladı etrafı. Deli bir rüzgar savurdu yaprakları. Adımları kısaldı. Yorgunluk, susuzluk ve çıkının ağırlığı iyice hissettirdi kendini. Irmak çağıldayarak akıyor, yağmur yağıyor, geride kalan çaykaraya atlayan kurbağanın suya atlama sesi kulaklarında çınlasa da bir yudum suya hasret, takadı kesilmiş bir şekilde yürümeye çalışıyordu. Gideceği mekanı hiç düşünmeden bir yudum suya yürüyordu. Dayanamayıp sırtından yükünü bıraktı. yağmur bardaktan boşanırcasına yağarken ağzını açtı yağan yağmura. Yağmurda nazlanıyor gibi yüzlerce damladan bir ki damla bırakıyordu ağız boşluğuna. Yağmuru dilinde hissettikçe umutlanıyor, suya olan hasretin ne büyük olduğunun farkına varıp
-Ya olmasaydın demekten kendini alamıyor.
Yağmur altında susuzluğunu giderirken ıslansa da ıslandığını duymadan uyuyup gittiğini uyandığında anlıyor. Yağmur dinmiş, çırçır böcekleri daha bir gür sesle öterken, Yolun altından akan ırmak bulanık, biraz daha kabararak, sesini yükselterek sarı eylülün şarkısını söylüyordu. Mintanının yakasını açtı. Suya kanmışdı. Taşıyamayacak kadar ağır gelen çıkının yine sırtlandı. Kuş kadar hafif hissetti çıkını. Taşıyamadığı çıkın sanki kanat olmuştu ona. Adımları uzadı. Çayğaraya atlayan kurbağanın bacakları gibi uzadı. Iradı gitti. Gözden kayboldu. Rüzgara kapılmış bir sonbahar yaprağı gibi. Nereye mi gitti. Bir bilsem yazacağım. göremedim ki......!!!!
M.Yayla-Görele