Ne çabuk geçiyor günler. Hiç durmadan akıyor. Nasıl ırmaklar akıyorsa öyle akıp gidiyor. Irmak yatağında sular akarken, yaşam denen tılsımlı insanda akıp gider ırmaklar gibi. Günler akşama ererken, akşamlar güne kavuşmak için koşuşturur durur. Günle akşam iki göçebe gibi birbirlerini takip ederlerken, bizleri bir yayığa koyulmuş yoğurt gibi yayar durur. Bir o yana bir bu yana savurur. Aslımızı bozamasa da yapımızı, şeklimizi bozar. Kimyamızı değiştirir. Yorar, Bazen mutluluktan uçursa da, Bir girdaba sıkıştırır döndürür durur. İşte bu girdaplarda mayalanır insan. Yaşamın bir imtihan olduğunu anlar. olgunlaşır, sabrın zirvelerine çıkar elinde olmadan. Ama zaman denen o akışkanlık devam eder gider. Hiç durmadan mevsimlere, mevsimler senelere atlar durur. Bazen deli bir kışla sınar, bazen güzel bin bir çiçekli baharlar ile sınar. Bu sınavın kazananı da yine zaman denen ,akıp giden yıllardır. Bayram olur, dert dolu gün olur, açlığımızı gidermek için alın teri olur, Ölüm olur. İşte bu akıp giden hayat yolunda harabe olmuş bir eve rastladım. Yemyeşil bir bahçenin içinde kurulmuştu. Yıllanmış yazıları silinmeye başlamış kalın bir kitap gibiydi. Sabırsızlıkla içine girdim. Hani bir kitap bulursunuz da ne yazdığını merak edip kapağını açar ilk sayfasına bakarsınız ya işte öyle bir duygu ile sağa, sola bakındım. Yaşam izleri kaybolmuş olsa da tünel girişine benzeyen ocak başı usuldan bir şeyler anlatmaya başladı kulağıma. Yıllarca yanmış ateşlerden saran isler üzerinden geçen yılların yorgunluğunu yaşasa da , hala canlı, canlı bakıyordu gözlerime. İs kalmıştı kalmasına da o yakan alevlerden iz yoktu. Ateş kaybolmuş, Ateşten savrulan dumandan izler hala yaşıyordu. Tutamadığımız ateş, gücünden korktuğumuz ateş uçup gitmişti. Elimi yıllardan çok eski yıllardan kalan isin üzerinde gezdirdim. Elime siyah bir işaret koydu. Ateşten iz yoktu. Çünkü ateş yakardı. çok güçlüydü. yitip gitmişti. ama is hala yaşıyordu renginden, özünden bir şey yitirmeden. Bana usulca fısıldadı,
-Bak dedi. Yıllardır örümceklerle arkadaşlık ettim. Ağlarına ırgatlık ettim. yaşamasına hiç karışmadım. O bazen ağını ördü, bazen avını yedi hep seyrettim. Ateşten çıktığımı ateşin kalıntısı olduğumu hiç anlamadı. Ya ateş olsaydı, ateş ona yaşama hakkı verir miydi. Birden bir örümcek balık ağları gibi yığın yığın ipliksi ağların içinden bir sineğe daldı. girif ve yapışkan ağa takıldı sinek. Biraz önce bana bir şeyler anlatan sesi yeniden duydum.
-Ne kadar köhne olsam da hayat hala devam ediyor bu harabede, yaşam olan yer bir gün şenlenirse şaşırma dedi. Bir romanın son sayfasında ki, son cümlesi gibi, bu cümlenin altını elime eskimiş ocak başı taşından öğülen isle çizdim. Örümcek hala anlamadığım hareketler yaparken, Harabenin eşiğinde daha yeni başını çıkarmış bir tohum yeşeriyordu. mini minnacıktı. sessiz sedasız ışık arıyordu. sanki ışığı bulmuş gibi ışığa doğru uzatmıştı başını. Işığı bulmuştu. Yaşayacaktı. Kim bilir belki de kocaman bir ağaç olacaktı...!!!
M.Yayla-Görele