Yaşanılası dünyada savaş çanları çalarken, ne güzel havaların, ne uykuların, ne mutlulukların anlamı oluyor. Gökten insanlığın yaradılış felsefesine aykırı, insan yapımı bombalar yağarken, insanlık enkazlar altında can veriyor. Sevgi kokan çocuklar, sevgi kokan analar, sevgi kokan babalar yok olurken, aslında insanlık can çekişiyor. Böyle acı dolu günlerden geçerken uyku tutmayan gözlerim, daralan yüreğim beni sabahın yedisinde sokağa attı bu sabah. Hava güzel, gökyüzü bir uçtan bir uca masmaviydi. Güneş o kadar canlıydı ki, vurduğu bina duvarları ayna gibi parlıyor, camlarda ışık camlarla raks ediyordu. Kaldırımda önümde bir kadın belirdi. Bu güzel güne inat sabah yelinde üşümüş, iki omuzu bir araya gelmiş, kirli uzun hırkasının içinde beş altı yaşında bir çocuk kadar kalmıştı. Elleri uzunca gri hırkasının cebinde titriyordu az ilerde ki ağaçlarda sallanan sonbahar yaprakları gibi. Yüzü kırışmış başına gelişi güzel sardığı beyaz baş örtüsü epeydir yıkanmadığından sarıdan gazele dönen yaprak rengini almıştı. Aramızda bir adım kaldı kalmadı. Usuldan seslendim.
-Üşümüşsün kimi bekliyorsun dedim.
Biraz ötede bulunan marketi gösterdi gözleriyle
-Allah razı olsun o marketin sahibi bana çok el tutar. Açılmasını bekliyorum.
-İyi arkadaştır dedim.
Başıyla onayladı beni.
-Beyin yok mu dedim.
-Hapiste dedi
-Neden
-Komşunun motorunu yaktı. Kaçamak cevaplar verdi. Akıl sağlığı tam olsa da utancından söylemek istemediği şeylerin olduğunun anladım.
-Ne zaman çıkacak hapisten dedim
-iki yıl ceza verdiler.
-Çocuğun var mı
-Var
-Kaç yaşında
-On üç yaşında bir oğlum var derken sanki kadın, kaldırımda bir çukur açıldı açılan çukurda yitip gitti. Çok etkilenmişti.
-Maşallah Allah bağışlasın büyütmüşsün diye gönlünü aldım. Elini tutup düştüğü çukurdan çıkarmaya çalıştım. Gözleri ışıdı. Ama ellerini hiç hırkasının cebinden çıkarmıyordu.
-Nerede duruyorsun
-Hendek başında dedi. Ufacık bir odada kalıyoruz. Ufacık boyu ufaldı ufaldı. Bir cüce kesildi sanki. Hafif ve serinden esen güz yelinde savruldu bir yaprak gibi. O rüzgarda savrulurken günlük bana yetecek tüm paramı cebimden çıkarıp uzattım. Hiç cebinden çıkarmadığı elini çıkardı cebinden. Birden irkildim. El parmakları hareketsiz, açık ve kasılmıştı. Sanki bir manken eli gibiydi. Verdiğim parayı tutup cebine koyamadı. Elinin ayasındaki parayı bir süre kavramaya çabaladı. Başaramayınca yardım ettim. cebine koydum parayı. Mutluluktan uçtu. Dümdüz kaldırım taşları önümde bir indi bir çıktı. Daha bir şey sormak gelmedi içimden. nasıl yemek yapıyordu. Herkesin bir hikayesi var deyip uzaklaştım. Epey yürüdükten sonra ardıma baktım. Hala bıraktığım yerde bir heykel gibi bekliyordu. Beklediği arkadaşımın ona gerekeni yapacağından emindim. Ama ne kadar iyilik yapsa da insan, açılıp kapanmayan parmaklara derman olmalıydı. El olmayınca akıl olsa fayda etmez. Yazmak için, kaşık tutmak için tutmak için, Daha neler için neler için el lazım. Savaş çanları çalarken, kaldırımda ki isimini bile soramadığım kadının elleriyle savaşı, savaş çanlarını susturmaya yetecek güçtedir. Keşke o kadının ellerini ve yaşadığı acıyı hissetse savaşanlar. savaşlar, biter. Barışın olduğu dünyada eller çalışır. Ne fakiri kalır, dünyanın ne mutsuzu. Olursa bir şikayet Şairin dediği gibi herkesin başında ki, ölümden olur....!!! M.Yayla-Görele