Öyle bir sessizliğe bürünmüştü ki dünya, karıncaların ayak sesleri duyuluyor, kocaman çınarın sararan yaprakları vedalaşıyordu. Çokta uzakta olmayan, ufacık belki de yetmiş, seksen yıllık üstü beşik örtüsü, beş altı metre kare köy fırınlarından mis gibi mısır kokusu buram, buram koku saçıyordu etrafa. Birden bu sessizliği bir ıslıkla bozan, karısına seslenen Osman dayımın sitemli cümleleri çınlardı kulaklarımızda. Öyle kızgın, öyle sert bağırırdı ki, Çıt çıkarmazdı Sayime Teyze'nin. Ona onun dilinden cevap verir,
-Sen hiç büyümeyecek misin.? Diyerek sitem ederdi. Her yer yine sessizliğe bürünür, karıncaların ayak sesleri, yaprakların veda sesleri, fırından gelen mısır kokusu etrafa dağılırdı. Uzaklardan bir kadın görürdüm. Sırtında kocaman bir gazel yüküyle daracık patikalardan, dik yokuşlardan hasırıyarak, ter içinde yükün altında kaybolmuş, kabuğunun altında bir başı görünen kaplumbağa gibi usul, usul adımlarını sayar gibi yürüyerek evine gelen kadın Annemdi. O kocaman ufak bir oda kadar, mısır kokan köy fırınları kadar gazel tentesini, sırtından bırakınca suya koşmasını hala hatırlarım. Önce avucuna aldığı suyu yüzüne vururdu. Üç, beş kez. Ter ile su birleşir, toprak gibi buğuldardı su. Kaynardı derisinde sanki. Sonra gücü gitmişcesine kısık bir sesle
-Tas getir. Derdi. Koşardım terekten bakır tası alır eline verirdim. tası eline alır güğümün kapağını kaldırır, tas taşana kadar doldurur, dudaklarına götürür, bir içerdi ki, bir kısmı dudaklarının kenarından ufacık çenesinin iki yanından ırmak olur akarken, bir kısmı da kuruyan boğazından yudum, yudum içine akardı. Canlanırdı birden adımları güçlenir, sesi güzelleşir, sevinçle
-Gazeli de ahıra attık derdi.
Şimdi yine eylül olsa da, ne o fırınlar yanıyor, ne gazel bahçelerde çalı süpürgesiyle sıyrılıyor. Çileyi çekenler çekip gitmişler. Sefa bile yorulmuş. Özlem duysa da geçmişin çilesine, onu yaşamaya takat kalmamış insanlarda. Herkes kendisini çok yükseklerde görse de, Acınacak halimize övgüler düzüyoruz. Yaşamasını unutmuş, Üretmeyen gençlik, bahçede dikenden korkan cehalet. Karıncaların bile ayak seslerini duyamıyorsa, yaşamak bitmeye ramak kalmış demektir. Karıncanın bile çalışmaya gerek duyduğu bir dünyada yan gelip yatmayı akıllılık ve üstünlük saymak yok olamanın ilk evresidir. Üstün zekalılık sömürmek değildir. Uyanık olmak, hiç bir becerisi olmayan bir kafanın, bir gün karıncalar yaşarken, karıncalara yem olacağını unutmayalım. Karıncalar akıllıdır. İnsanı ısırmayı çok severler.....!!!! M.Yayla-Görele