Çok eskilerden kalma alışkanlıklar insanı hiçbir zaman bırakmaz. Herkesin bir alışkanlığı bir hobisi vardır mutlaka. Kimi giyinmeyi, kimi gösterişi sever. Bazıları da eskileri, yıllar öncesinden gelen şeylere değer verir. Hatıralar gibi. Hatıralar geçmişin hurda olmuş sandığında saklanırken, bazen çıkıverirler bir çıkın gibi. Denizin dibine batıp, çıkan karabataklar gibi. Bir batarlar bir çıkarlar. O güzelim deniz kuşları denizi ne kadar da sahiplendiklerini anlatır dururlar. Kağıttan kayıklar gibi yüzerler. Çocukluğumdan beri denizi seyretmek, denizle haşır, neşir olmak alır beni benden. Denizi sevdiğim kadar, Eskilerden kalma eşyaları da severim. Nerede eski bir şey satan satıcı görsem koşar, bir antikacı gibi sattığı eşyaları inceler, bütçeme göre ise alır, on da eskilerden esintiler ararım. Günümüzün dijital ürünlerine inat onları seyretmekten hoşlanırım.
Beş altı ay önceydi. Kasabanın ara sokaklarından birinde kasaba dışından gelen ihtiyar bir tespih satan adam çay ocağının yere iki karış masasının üzerine sergi açmıştı. Tespihler, saatler, gümüş yüzükler. Hepside elden düşme, anıları olan fakat sahipleri belli olmayan değerler. Usulca adama yaklaştım. Yorgun eski elbiselerin içimde kaybolmuştu. Bir gözü sönmüş diğer sağlam gözü ile elinde bulunan tespihin imamesine ip geçirmek için uğraşıyordu.
-Şu imameler varya, dedi Çok yorar beni
-Neden dedim.
-Hem burada başlar, hem burada biter.
O kadar etkilendim ki bu cümleden, adama daha da yaklaştım. Hayatından kesitler anlattı bana. Yılların nasıl geçtiğini, yapmadığı iş kalmadığını, Sönmüş gözünden yaş gibi bir sıvı akıyordu. Adamı dinlerken masanın üzerinde duran bir saat dikkatimi çekti. Beyaz metal örgü kordonu, kadranı siyah, altın renkli işaretleri olan saati elime aldım.
-Kaç lira
-300 olur
Çok değil mi
Türlü bahaneler üretti bana. Saatin sanki masalını anlatmaya başladı.
-Sana 100 lira vereyim
Beni dövecek gibi oldu
-Küfür mü ediyorsun.
Saate o kadar ısınmıştım ki. Aklım kalmıştı. Koluma takıp çıkardım. Koluma takıp, çıkarırken babamın bana ilk kez kol saati aldığı zamanı hatırladım. Kasabada ki saatçi Kamil amcadan aldığımız o saate yalan olmasın koluma takınca belki bir günde binlerce kez bakmıştım. Adamla, saat elimde bir pazarlığa tutuştum ki sormayın. Adam sonunda pes etti. Etraftan da pazarlığa karıştılar saati 100 liraya aldım. Saat eski tipti. Günde bir kurulan tipten. Kolumda ki saati çıkarıp o eski saati kullanmaya başladım. Bazen kalıyor, bazen geri kalıyordu. Her şeye sirayet eden ihtiyarlık gibi ona da ihtiyarlık emaresi vurmuştu. Sabah kalkınca ufacık düğmesini işaret parmağım ile baş parmağımın arasına alıyor, bir ileri bir geri kuruyordum. Ne olduysa dün oldu, O ufacık düğme kırıldı. Koskoca saat sanki ölümü yaşadı. Hemen saatçiye gittim. Baktı baktı. Parçası yok dedi. Hiçbir şeyden habersiz hala çalışıyordu. Son saatlerini yaşayan bir can gibi. Bir durdu mu bir daha asla çalışmayacaktı. Kararlıydım. O dursa da, zamanı göstermese de koluma takıp onunla yaşayacaktım. Belki günde bir defa doğru saati gösterecekti.
Varsın olsun, onun mazinin derinliklerinden gelen hatırasıyla yaşayacaktım. Galiba yolumuzun ayrılacağını anladı bugün, kurmadığım halde çalıştı hep, hala çalışıyor ama şimdi baktım bir saat geri kalmış. hala direniyor. Ama duracak diye geçiriyorum içimden. Ben duracak dedikçe o çalışıyor. Belki de bir mucize gerçekleşecek. Ben onu hep kolumda taşıyacağım. Çünkü aldığım ihtiyar satıcıya söz verdim. Yoksa satmayacaktı bana o eskimiş maziden bulup getirdiği saati. İnanının şimdi yine baktım saate. durdu. Bir daha çalışmasa da ben hep onu taşıyacağım. O zamanı göstermese de zaman nasıl olsa saatsiz de işliyor. Öyle değil mi dostlar. İyi pazarlar....!!!! M.Yayla-Görele