Bugün bayram. Kimliğini yitirmiş, Eski bayram gazeteleri gibi yitip gitmiş bayram. Daha dün gibi olsa da, hatırıma düşen eski bayramlarla bugünkü bayramları karşılaştırmak, anlamsız ve bir boşluktan farksız geliyor. Bu kadar sert bir dönüş. bu kadar acımasız bir dönüşüm. Nasıl başardık bilemiyorum. Geçmişin izlerini silmekte o kadar maharetli olmuşuz ki. Nedeni belli olmayan sevdalar uğruna geçmişle geleceğe uzanan hayati köprüleri yıkmışız. Bu köprülerin yerine fantaziden, örümcek yuvaları kadar dayanıksız köprüler kurmuşuz, kağıttan kayıklar gibi. Şimdi kağıttan kayık deyince, Kasabaya belki yüz yıllar önce gelmiş, belki de gelmemiş, tuz gemisinin hikayesini anlatacağım size. Kulaklığımda Antonio vivaldi'in kemanı, Gözlerimi kapattım tuz gemisinin hikayesine daldım.
Kasaba eskiden denizle kumsalın birleştiği bir yerde kuruluyken, Limanlar yokken, Ara sıra kasabaya gemiler uğrarmış. bu gemiler bazen yolcularını alır, Bazende kasabaya tuz getirir kasabada tuzunu boşaltır gidermiş. O yıllar liman yok, iskele yok. bazen alargaya çekilir, ufacık sandallarla taşınırmış gemilerden yükler. Daha sonraları denize at başı gibi uzanan, birazda gemiye benzeyen, Görele ile çavuşlu beldesinin orta yerinde bulunan buruna yanaşmaya başlamış gemiler. Bir gün kasabaya bir tuz gemisi gelmiş. Burnuna demir atmış. Günlerce tuz taşımışlar gemiden. Atlar, eşekler. Sırtlarında sepetlerle katırlar köylere tuz taşımışlar. Kasabaya tuz gemisi geldiğini duyan, yanlız başına yaşayan yaşlı kamburu çıkmış bir kadın, yollara düşmüş. Günlerce yürümüş. Yorgun argın gemiye ulaşmış. Gemiye seslenmiş. Gemide ki tayfalardan biri kadına yaklaşmış. Kadın yorgun, yanakları yaşlı çınarların gövdesi gibi, gözleri söndü sönecek gemici fenerlerine benziyormuş. Tayfaya seslenmiş kadın derin derin soluyarak. Koltuğunun altında bir çanak çıkarıp
-Hiç tuzum kalmadı. Şu çanağıma bir iki koşama tuz koyun demiş.
Kadının iniltili sesini duyan kaptan bağırmış güverteden
-Tuz yok, tuz yok diye kadını bir azarlamış ki, Güneş bile bir anda sönü vermiş. Kadının kamburu biraz daha artmış.
-Ambarlar tuz dolu ne olur bir avuç koyun diye yalvarmış. Kaptan la demiş, Muhammet dememiş.
-Uzaklaş gemini yanından uğursuz kadın deyip kadını horlamış. Kaptan aşağıya inen tayfaya
-Uzaklaştır şu melün kadını diye haykırmış.
Kadıncağıza bir avuç tuz vermemişler. Birde tartaklamışlar. Kadın oracıkta arından nefesi kesilmiş. Son sözü dökülmüş dudaklarından
-Taş olun, taş olun
Masal bu ya kocaman tuz gemisi oracıkta taş kesilmiş. O günden sonra da bu burna gemi taşı adını koymuşlar. Eskiler bilir,sahil yolu yapılmadan önce gerçekten bir gemiye benzerdi gemi taşı. Bir kısmı denizde bir kısmı karaya vurmuş gibi dururdu. Her şey değişiyor dostlar. Yaşadığımız bayramlar gibi. Kulaklığımda ki müzik hala devam ediyor. Bazen bir at olup koşuyor, Bazen sesi kesilmiş kambur nine gibi can verirken yavaştan bir keman sesiyle yeniden yükseliyor. Diyeceğim müzik bile umutla başlayıp umutlarla devam ediyor. Güneş doğdukça bu müzikler, bu masallar hiç bitmeyecek. Hayat devam edecek. Hiçbir gerçek gün yüzüne çıkmadan bitmeyecek. Bayramımız gönlümüzce olsun. Yeni yepyeni bayramlara, ömrümüzün yettiğince...! M.Yayla-Görele