Uzun haziran günleri yavaş, yavaş kısalacağı günlere doğru yürüyüp giderken, penceremize bir asma gibi uzanmış, hanımelinin kokusu tüttü burnuma. Aman ne koku bu. Tarifi imkansız. Ben hanımeli çiçeğini yusufçuklara benzetirim. yusufçuk gibi kanatları, iplik, iplik iplik gibi bıyıkları, o incecik bıyıklarının üzerinde toplu iğne başı gibi sarı koku yumakları, haziran akşamlarında, haziran sabahlarında, doyulmaz kokular yaşama dair hikayeler anlatır durur bana. Yusufçukların ipeksi kanatlarında uçarlar. Arılar koşar o güzel kokulu hanım ellerine. Bir uğultu başlardı ufacık dört bölmeli tahta kepenkli pencerelerimiz de. Babamın hobi olarak baktığı kütük petekten bir arı yığını çıkardı. Yer gök arı keserdi. O uğuldayan arılar hemen evin kapısının önündeki Amasya eriğinin dalına sepet gibi asılırlardı. Hanımeli kokusuna bal mumu, polen kokusu karışırdı. Güneş yakar, güneş artıkça arılar huysuzlaşır bir dağılır bir toplanırlardı. Elimizde bir boş gaz tenekesine davul gibi vururken, Annem arı kümesine toprak savururdu. Ben koşardım babama haber verirdim.
-Baba arı oğul attı.
Babam sevinçle yeşil çipine biner uçarcasına Amasya eriğinin dalındaki koloniyi alır boş bir kütüğün içine koyardı. İki peteğimiz üç olurken haziran bereketlenirdi evimizin önünde. Günlerce oğul beklerdik. Petekten bir arı yığını çıksa hemen teneke çalmaya başlar, Oğulun uzaklara gitmesini engellerdik. Ne güzel günlerdi o eski haziranlar. Şimdi eser kalmadı o eski haziranlardan. Şimdi ki haziranlar çile yumağı gibi düğüm, düğüm önümüze atılmış gibi. Kör düğüm olmuş, çözülmesi zor. Kimselerde çözemiyor, Kimileri de çözüyor görünse de sonunda pes ediyor. Kararsız haziran yağmurlarına kapılıp yitip gidiyorlar hayattan. Haziran sellerine kapılıp bilinmez ufuklara doğru ırayıp gidiyorlar. İçimden geçen burnumda tüten o eski haziranlar olsa diyorum. Hanımeli yine koksa, peteklerimiz yine oğul atsa, Babam yeşil çipine binip sevinçle yine oğul almaya gelse. Nerede Mustafa nerede. Ne demişler;
''Geçti Bor'un pazarı,Sür eşeğini Niğde'ye.'' !!! M.Yayla-Görele