Ben varken sen yokken çocuk, ufacık üç odalı evimizin önünde evimiz kadar ufacık bahçemiz vardı. Mayıs aylarında mısır ekerdik. Mısır ektikten sonra, yemeğe doyamadığımız kara lahana fidili, dikerdik. fidili diktikten sonra yaprakları yerlere serilir solar, bir kaç gün sonra yerlere yatan yaprakları başını kaldırır güneşe doğru büyümeye başlardı. Haziran yağmurlarıyla gelişir yaprakları el ayası kadar olunca, mısırlar çıkmaya başlardı topraktan. Mevlitte dağıtılan şeker gugilleri gibi burgu burgu. bir karış boy attı mı mısırlar annem bahçeye girer sıklarını alırdı. aralarını açar birbirine yakın fidanların iyi gelişmemişlerini söker atardı. Sonra dört beş metre bilek kalınlığındaki çangalların dibine geçen yıldan sakladığı fasulye tohumlarından ekerdi. Ben çocukluğumuzda taze fasulye aldığımızı hiç hatırlamam. Pişirirdik, Fırın kurardık, tuzlardık, turşu koyardık. Ama mısırlar gürleyip, koçan verip, sümük gibi püsküllenince eylül poyrazlarına dayanamaz hep kırılırdı. Ufacık evimizde bir yas başlardı. Tarumar olmuş mısırlara bir şey yapamamanın acziyle üzülmekten başka bir şey gelmezdi elimizden. Biz üzülürken bizim bahçeye sınır Annemin teyzesinin mısırları hiç yatmaz dimdik ayakta dururdu. Fadime nine bunu kendisine bir övünç yapar, zafer kazanmış bir komutan gibi anneme kenayi, kenayi laflar atardı. Annem ihtiyar deyip geçerdi hep. Hele hiç unutmam, O yıllarda kara lahanalara bir tırtıl musallat olurdu. yeşil ve boğum boğum. her boğum da onlarca kıl gibi ayakları olan yaprakların üzerinde yılan gibi sürünen, lahanaların yapraklarını delik işi oyaları gibi oyup yerlerdi. Lahana bulamazdık pişirmeye. Fadime nine annemle çekişirdi. Kendi bahçenden toplayıp benim çitime atıyorsun tırtılları diye. Uyduruyordu. Hele bir fındık gelip çattı mı. bahçeye girmeden
çığlık atıp beni bahçemin fındıklarını ara ara toplamışlar derdi. Şaşılacak olan neydi biliyor musunuz. Onun tarlasını da annem yapardı. Mısırının otunu kazar, pancarlarının dibine inek kermesi koyardı. Annem hep olsun o ihtiyar derdi. Öksürük tuttumu saatlerce öksürürdü. Gayaben adındaki öksürük şurubunu başına dikerek içer, bitmesin diye su ile aşlardı şişeyi. Ne sigortası vardı, ne emeklisi. Ama hiç şekeri, gazı tuzu bitmezdi. Bize sabahları kahvaltıya gelirken eteğinin kenarına soktuğu şekeri ile gurur duyardı. Tatlı ve umut dolu bir yaşamdı. Bahçesinin ürünlerinde tatlı bir rakabeti sevse de hayat felsefesinden hiç ödün vermezdi. ''Yaşamak kucak kucağa olmalı derdi.'' ''Hep aynı tavanın balıyız''derdi. Birde ne derdi biliyor musunuz. ''Komşu, komşunun külüne muhtaçtır.''Derdi Ya şimdi..! Altta kalanın canı çıksın... Ama çok yanlış değil mi canlar. Allah ne der. ''Kim bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksınız (Haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.''Maide süresi 32. ayet..
Her şeye rağmen sevmek ne güzel şey...!!! M:yayla-Görele