Gelin hep beraber, bizim çocukluğumuzun bayramlarına gidelim mi.? Sisli bir bahar günü, nisan yağmurlarında ıslanarak, unutamadığımız o güzel günleri yad etmeye var mısınız. Çok uzakta kalsalar da o bayramlar, görebildiklerimi anlatmaya, sizde okumaya var mısınız. Kara kuru bir çocuktum. Yaşım mı, o kadar uzak ki bana hatırlamasam da, Bir arefe günü öğlenden sonra annemin bizi sırayla çamaşır kazanında ısıttığı su ile, kocaman tenekeden leğende yıkadığını hatırlıyorum. Elinde ki bakır bir maşaba ile ılıştırdığı sıcak suyu önce eline döküp ısısını ayarlar, Sonrada başımızdan aşağı dökerdi. Birden ürperir havaya sıçrardık. leğende çatırdayan su etrafı ıslarken kısacık saçlarımızda mis gibi kokan sabunun kokusunu, gözlerimize kaçan, biber gibi gözlerimizi yakan sabunun köpüğü ile duymaz çığlık atarak ağlardık. Etekleri ıslanan annem
-Gözlerinizi yumun derdi. Sonrada arefe suyuyla yıkanmak şifadır derdi. Hepimizi sıra ile yıkardı. Kirimizi çıkarırdı. haftada bir yıkansak da bizleri sürttükçe kaburgalarımızın üstünden susam gibi kir leğene düşerdi. Gözlerimiz kan çanağı olsa da, o bayram gecelerinde deliksiz uykulara dalardık. Baş ucumuzda yeni giyineceğimiz çoraplarımızı, plastik delikli beyaz ayakkabılarızla sabaha kadar rüyalarımız da oynardık. Bayram namazı için babamın kalmasını duyardık. hep beraber uyanırdık. O bayramın insanı alıp giden tılsımlı ilahi aydınlığında bir başka sevinç duyar, ufacık pencereden Osman dayımın kurduğu salıncağa bakardık. Hele çitin orta yerine kocaman telefon direği gibi bir ağaç dikerdi. Sonra o ağacın tepesine ortası delik bir ağaç geçirirdi. Geçirdiği o delikli ağaca karşılıklı halattan salıncak kurar, eline aldığı direk boyunda ki kalın sırıkla döner, o döndükçe salıncakta karşılıklı iki kişi dönerdi. Bedavaya döndürürdü herkesi salıncakta. Gıçirik derdi adına o salıncağın. Çığlıklar kopardı gıçirik dönerken. Osman dayım hiç yorulmazdı. döner dönerdi. O dönerken o kadar mutluydu ki başı dönmezdi. Her bayramda kurardı o gıçiriği. Hiç erinmeden kimselerden yardım istemeden. Hele evinin kapısındaki asırlık ceviz ağacından taflan ağacına gerdiği halattan salıncağa binmek cesaret isterdi. O salıncağa binen, asırlık cevizin en uç dalından yaprak koparacaktı. Yoksa bir daha asla o salıncağa binemezdi. Ben korkardım hiç binmezdim salıncağa. Ama kocaman adamlar, gelinlik kızlar tadına doymazdı salıncağın. Osman dayımın lunaparkı dolar taşardı. Ücretsiz salıncaklar da sallanmaya doyardı köylü. Sonra güzel yemekler baklavalar, börekler, kavrulmuş undan topaç topaç helvalar. Bugün baktım o eski bayramlar uçup gitmiş. Kimsecikler yok o kapıda. Asırlık ceviz ağacı bile dayanamayıp kaybolup gitmiş. Zaman içinde. O çocuklar hiç yok. Eskimiş evler, kırık çerçeveler kalmış geriye. Solup giden eski çekilmiş siyah beyaz bir resim gibi. Sisler içinde seçilmeyen. Geçmişle geçip gitmiş her şey. Kimseler kalmamış. Osman dayım, onlarca yıllık mezarında, Arefe suyu ile bizi yıkayan Annem toprakta çiçek açmış, Babamla yan yana. Ne dönen gıçirik var, ne kocaman ceviz ağacına kurulan salıncak var. Sadece dönen dünya var. Yine o zaman ki hızıyla dönen dünya dönüyor. Ne yazık kimseler farkında değil. Ne çabuk unutuyoruz. Ama geçmişimizi unutmak bize yaban yarınlar kurduruyor. Alıştık sandık derken bu sahte düzene, geleneklerimizi, ömrümüzü çalıp gidiyor. Değer mi.? Geçmişi unutanlar yarınlarını kuramaz ki....!!! M.Yayla-Görele