Öyle güzel gözleri vardı ki; Bir görseniz, metrelerce yüksekten denize dalar gibi atlar, ufacık şebnem kadar gözlerinde boğulur, kaybolur giderdiniz. Hele bir boynu vardı, sabah güneşinde bin bir renkle dans ediyor, en sonunda mavi büyüleyici bir renkle, güzelliğinden habersiz kanat çırparak, daha yaprak açmamış incir ağacının dalına konuyordu. Ben onu her sabah güneşli günlerde görüyordum. Hep iki arkadaş hiç korkmadan ayaklarımın dibinde geziniyorlardı. Ne güzel yaratılmışlardı. Bir yumurtadan bin bir güçlükle çıkmışlar, bir ana tarafından, ne cefalarla büyütülmüşlerdi. Hiç tüyleri yokken,, yaşamak için analarına minicik buğday tanesi kadar gagalarını açıp, analarının kursağından ağızlarına sunduğu böcekleri yemek için uğraş vermeleri yaşamaya olan sevdalarından olsa gerekti. O kadar güzel tasarlanmışlardı ki, simetrinin bütün özelliklerini ufacık kayıklar gibi bedenlerinde taşıyorlardı. Bana güzel, seyretmeye doyum olmaz bir güzellik olarak gördüğüm bu kumrular, çöplükte yiyecek arayan kediye bir başka görünüyordu. Onu av görüyor, kumruyu avlamak için sinerek usulca yaklaşıyordu benim seyretmeye doyamadığım güzelliğe. Kediyi kovsam da, kumrular incir ağacına konsa da, aklım hep onlarda kaldı. Akşamları görünmez olurlardı nedense. Sabah uyanıp yine yola düştüğümde yolun kenarında kumrunun birini gördüm. Sağa, sola bakındım. İncir ağacının yapraksız dallarına baktım. Diğeri Yoktu, yoktu. Birden tek kalan kumru sanki bana gel der gibi önümde yürüdü. Önümde bir yığın güneşte rengarenk parlayan, ipekle harmanlanmış kumrudan geriye kalan tüyleri gösterdi. Sanki ağlıyordu. Birden bir rüzgar çıktı. O yerdeki tüylere bir çift kanat olup rüzgarın peşine takılıp rengarenk bir uçurtma gibi uçarken, Yalnız kalan kumru da takıldı peşlerine ıradılar gittiler gözlerimden. Uzaklaştıkça kayboldular. Gözlerimin de bir görüş alanı vardı. O alandan başkasını görmem olanaksızdı. Yeşil yapraklar o rüzgarla büyürken, erik, kiraz çiçekleri savrulurken kaybolup gittim baharın orta yerinde. Ne gecem ne gündüzüm kaldı. Ne rüzgarı tuta biliyordum. Ne büyüyen yaprağa büyüme, ne savrulan çiceklere ne olur durun diyemiyordum. hele her sabah beni karşılayan kumruya dön gel diyebiliyordum. Ertesi sabah yokluklar içinde uyandım. Kumru yoktu. Ağaçlardaki çiçekler yoktu. Bahar çoktan uçmuştu. Yaşamak bir yudum su kadardı. Hep yarım bırakırdı. İçe,içe kana kana doyurmazdı. Her şey tadımlık. Tadını alıp doyana ne mutlu. Acaba o tadı alıp doyan var mı...? M.Yayla-Görele
Anasayfa
Yazarlar
Mustafa YAYLA
Yazı Detayı
Bu yazı 136+ kez okundu.
KUMRU
Öyle güzel gözleri vardı ki; Bir görseniz, metrelerce yüksekten denize dalar gibi atlar, ufacık şebnem kadar gözlerinde boğulur, kaybolur giderdiniz. Hele bir boynu vardı, sabah güneşinde bin bir renkle dans ediyor, en sonunda mavi büyüleyici bir renkle, güzelliğinden habersiz kanat çırparak, daha yaprak açmamış incir ağacının dalına konuyordu. Ben onu her sabah güneşli günlerde görüyordum. Hep iki arkadaş hiç korkmadan ayaklarımın dibinde geziniyorlardı. Ne güzel yaratılmışlardı. Bir yumurtadan bin bir güçlükle çıkmışlar, bir ana tarafından, ne cefalarla büyütülmüşlerdi. Hiç tüyleri yokken,, yaşamak için analarına minicik buğday tanesi kadar gagalarını açıp, analarının kursağından ağızlarına sunduğu böcekleri yemek için uğraş vermeleri yaşamaya olan sevdalarından olsa gerekti. O kadar güzel tasarlanmışlardı ki, simetrinin bütün özelliklerini ufacık kayıklar gibi bedenlerinde taşıyorlardı. Bana güzel, seyretmeye doyum olmaz bir güzellik olarak gördüğüm bu kumrular, çöplükte yiyecek arayan kediye bir başka görünüyordu. Onu av görüyor, kumruyu avlamak için sinerek usulca yaklaşıyordu benim seyretmeye doyamadığım güzelliğe. Kediyi kovsam da, kumrular incir ağacına konsa da, aklım hep onlarda kaldı. Akşamları görünmez olurlardı nedense. Sabah uyanıp yine yola düştüğümde yolun kenarında kumrunun birini gördüm. Sağa, sola bakındım. İncir ağacının yapraksız dallarına baktım. Diğeri Yoktu, yoktu. Birden tek kalan kumru sanki bana gel der gibi önümde yürüdü. Önümde bir yığın güneşte rengarenk parlayan, ipekle harmanlanmış kumrudan geriye kalan tüyleri gösterdi. Sanki ağlıyordu. Birden bir rüzgar çıktı. O yerdeki tüylere bir çift kanat olup rüzgarın peşine takılıp rengarenk bir uçurtma gibi uçarken, Yalnız kalan kumru da takıldı peşlerine ıradılar gittiler gözlerimden. Uzaklaştıkça kayboldular. Gözlerimin de bir görüş alanı vardı. O alandan başkasını görmem olanaksızdı. Yeşil yapraklar o rüzgarla büyürken, erik, kiraz çiçekleri savrulurken kaybolup gittim baharın orta yerinde. Ne gecem ne gündüzüm kaldı. Ne rüzgarı tuta biliyordum. Ne büyüyen yaprağa büyüme, ne savrulan çiceklere ne olur durun diyemiyordum. hele her sabah beni karşılayan kumruya dön gel diyebiliyordum. Ertesi sabah yokluklar içinde uyandım. Kumru yoktu. Ağaçlardaki çiçekler yoktu. Bahar çoktan uçmuştu. Yaşamak bir yudum su kadardı. Hep yarım bırakırdı. İçe,içe kana kana doyurmazdı. Her şey tadımlık. Tadını alıp doyana ne mutlu. Acaba o tadı alıp doyan var mı...? M.Yayla-Görele
Ekleme
Tarihi: 14 Nisan 2023 - Cuma
KUMRU
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.