Çocukluğumda hiç tren görmemiştim. Kitaplarda demirler üzerinde demirden yürüyen katarların kıvrıla, kıvrıla, tüte tüte gittiği okumuştum hayal etmiştim. Gara girenken çığlıklarını, bir kaç dakika kalıp tekrar yoluna devam eden bu trenleri hep hayata benzetmiş, ve bir vagonuna atlayarak zaman içinde dönülmez yolculuklara doğru yol almaya çalışmışımdır. doğduğum da bindirmişlerdi beni bu tanımadığım tren vagonuna. Ben o trende yol alırken tren birden duru verdi. Beni çocukluğumun orta yerinde bir garda bıraktı. Ve ben o garda kaldım hep. Hiç büyümedim. Hep çocuk kaldım. Ben o garda oynarken siyah beyaz dünyamda, ne trenler geldi geçti. Garda durdular ama ben hiç binmedim. O kocaman upuzun sayamadığım vagonların çığlık ,çığlığa demir raylardan kayışı izledim. Efkarla sigarasını tüttüren bir tiryakinin sigarasının dumanını seyreder gibi, şimendiferden çıkan dumana. o Kapkara dumana binip bulutlara yolculuklara çıktım. O trenler bilinmez meçhule giderken ben, Ufacık bir kasaba garında uyuyup kaldım. Rüyamda bir kadın geldi yanıma. Gel bize gidelim dedi. Yıllanmış ağaçlar kadar heybetliydi. Kocaman elleri vardı. Yüzünde kırışıklıklar ellerinde nasır vardı. Tuttu elimden beni ufacık bir eve götürdü. Evin orta yerinde kocaman bir aşgana, aşgananın kenarında kemer köprüleri andıran is karası sarmış kapkara duvarlı ocaklık vardı.
-Sen açtırsın dedi. Boynumu büktüm.
Sağa sola bakındı. yüzündeki ifadeden yokluk içinde olduğunu anladım çocuk aklımla. Birden hışımla
-Dur sana bayat ekmeklerden papara yapayım.
Hemen terekteki tencerenin kapağını kaldırdı. Sertleşmiş bayat bir somun çıkardı tencereden. Terekten orta bir tepsi aldı.Orta büyüklükteki bir bıçakla ekmekleri zorla lokma lokma kesti. tepsiye dizdi. Ocağı çattı. übrüge, kapkara übrüğe su koydu.
-Biraz sabret olur mu dedi. Çıra ile tutuşturdu ateşi. Çıra koktu ocak başı. Alevler bir coştu. Übrük alevlerin içinde kayboldu. Çok geçmedi kaynayan su ateşe dökülmeye başladı. Suyla ateşin dansı başlamıştı sanki. Alev sesi su sesiyle oynaşırken ikisi de ateş gibi olsa da su alevleri al aşağı ediyordu. Ateş ısıttığı kaynattığı suyun esiri oluyor, suya direnemiyordu. Kadın eline bir kara çabutla übrüğü sapından tuttu. Sanki bir kavga ayırır gibiydi. Übrüğün emziğinden tepsinin içindeki ekmeğin üzerine akıttı kaynar suyu. Buğday koktu birden. Sonra terekten bir kaşık toz şeker serpti üzerine.
-Evlat dedi ,Yağda lazım ama yağımız kalmadı. Saçları savruldu birden gözleri açıldı. Utandı sanki.
-Olsun der gibi boyun büktüm.
Elime şimşir bir kaşık verdi.
-Buyur
Kaşığı bir daldırdım tepsiye buğday kokusu dileme değince şekerin tadını alamadım. Buğday sanki şekerin tadını yutmuş bana kendini sunmuştu. Lezzetten doyasıya bir tepsi paparayı yedim.
-Güzel mi dedi kadın. Başımı salladım evet dercesine beni bir kucakladı ,saçlarımdan öptü.
-Bir daha ki sefere yağlısını yaparım olur mu deyip yağsız paparanın ezikliğini duyarak öptü beni tekrar tekrar. Uzaklardan tren raylardan süzülürken Düdük sesiyle uyandım. bir tren durdu garda. Haydi dedi biri bana, seni yeni dünyaya götürelim. Renkli dünyaya. Birden aklıma yağlı papara yemek geldi.
-Yok yok siz gidin ben bu garda kalacağım diye bağırdım.
Bir kaç dakika sonra tren gardan kalktı. Ben o ağaçlar kadar gür ve bereketli kadını beklemeye koyuldum. Yaptığı paparasına doyamamıştım. Beklemeye değerdi onu. Açlıktan ölene kadar beklemeye yemin etmiştim o kadını. Trenler gelsin gitsin. Pekimde değil. Ben çocukluk garında yaşayacağım. Kime ne..!!!! M.Yayla-Görele