Gazeteye verilmek, gazeteye basılmak gibi caydırıcı kavramlar vardı eskiden. Radyo ve televizyon haberleri de çok önemliydi. Radyoda söylenmişse veya televizyonda gösterilmişse o bilgi tartışmasız doğru kabul edilirdi.
Bu kurumlar asılsız haber yapmazlardı. Bir siyasi partiye yakın veya uzak diye tartışılmazdı. Gazeteler bilinir ama sahipleri tanınmazdı. Gazetede çıkan haberlerin doğruluğu o kadar kesindi ki gazete haberleri ihbar sayılır hukuki delil olarak kabul edilirdi.
Birisi bir yanlış yapmaya kalksa, gazeteye haber olmaktan korktuğu için vazgeçerdi. Adamı gazeteye verirler sözü en büyük caydırıcı önlemdi. Ülkeyi yönetenler başta olmak üzere herkes gazeteye verilmekten korkardı.
Bir sohbette bir konu tartışılırken, gazetede okudum, radyoda dinledim veya televizyonda seyrettim demek tüm tartışmayı bitirdi. Buna inanmamak mümkün mü?
Şimdi; hangi gazetede okudun veya hangi kanalda seyrettin diyorlar.
1973- 76 yılları arasında Erzurum'da öğrenciydim. Gazeteler bir gün sonra gelirdi. Biz o soğukta dünün gazetesini almak ve okumak için kuyrukta beklerdik. Gazete bu kadar önemliydi. Gazetede yazılanlar tüm Türkiye'de doğru kabul edilirdi.
Peki, ya şimdi; gazeteler ve televizyonlar sahiplerinin adıyla söyleniyorlar.
Falancanın gazetesi, filancanın televizyonu!
Bir de şu kavrama bakar mısınız?Yandaş Medya!... Tam bir yüz karası.
Yöneticiler bile açıklama yaparken; hangi kanal diye soruyorlar önce. Yurt içi veya yurt dışı gezisine çıkan yöneticiler seçme gazeteciler çağırıyorlar uçaklarına. Basın adına ne kadar acı verici bir gerçek!
Akla hemen gazete ve televizyonların ticari bağlantıları geliyor. Kredi almış mı, işini büyütmüş mü? Daha önce bir gazete veya televizyon işletmeciliği yapmış mı? Hangi siyasiye ne kadar yakın? Gazete patronluğunun dışında ne işler yapıyor gibi sorular akla geliyor.
Gazeteler ve televizyonlar için akla bile getirilmeyecek sorular bunlar.
Bu tür bağlantıları olan gazete sahiplerinin tarafsız haber yapamayacağı endişesi var.
Tamam da halkın doğru haber alma hakkı ne olacak?
Son günlerde adı geçen bazı gazetecilerin neler yaptığını görünce insanın aklına bunlar geliyor. Yine geçmişten adını hatırladığımız pek çok ünlü gazetenin nasıl kurulduğu, ne gibi maksatlı haberler yaptığını, kime ve kimlere çalıştığını yaşayarak gördük. Faaliyetlerine bire bir tanıklık ettik. Bugün esameleri bile okunmuyor. Sanki görevlerini tamamlayıp çekip gittiler bu alandan.
Bugün çıkan İstanbul gazetelerinin ve yayın yapan televizyonların durumu da ortada. En başta inandırıcı değiller. İnandırıcı olamadıkları için de caydırıcı değiller. Toplum adına denetim yapmak şöyle dursun bire bir propaganda yapanları bile var.
Fanatik taraftarlar dışında kimsenin okumadığı gazeteler ve kimsenin seyretmediği televizyonlardan geçilmiyor. Programcıların kime yakın kime uzak olduğu ap açık biliniyor artık. Hatta şunun adamı bunun adamı diye sınıflandırılmışlar bu gazeteciler.
Bir gazeteci için ne kadar onur kırıcı bir durum!
Oysa toplumların onlardan beklediği çok daha önemli işler var.
Onlar doğru haber yapacaklar ki, onlar gerçekçi programlar sunacaklar ki toplumun bireyleri siyasi tercihlerini bu doğrular üzerinden kullanacaklar. Ülkeyi yöneten yapıyla ilgili isabetli adımlar atacaklar.
Gazeteler bu hale geldikten sonra kim korkar gazeteye verilmekten; okuyucu bakar hangi gazeteye verilmiş ve bu falancanın gazetesi, boş ver diyebilir. Ya bu filancanın gazetesi, bu haberi şunun için yapmıştır diyebilir.
Görünen o ki gazetelerin ve televizyonların toplumsal işlevi sona yaklaşmaktadır. Korkulan o dur ki bu sona yaklaşım gazete ve televizyonları bu hale getirenlerin de bir süre sonra aleyhine sonuçlar verecektir.
Esas olan gazete satın almaktır gazeteci satın almak değil.