Sabah yeni oluyordu.Tepelerden sarı bir duman denize doğru inerken,kıpkızıl bir şal gökyüzüne doğru yükseliyordu. Sanki binlerce melek güneşin doğmasına yardım ediyordu.Her yere sessizlik sindi. yapraklara, çimenlere, hatta yuvasında uyuyan kuşların tüylerine damla,damla çiğ yağmıştı. Yel biraz arttı.Dallar sallandı deniz biraz dalgalandı. Denizle bulutların kesiştiği yerden kıpkırmızı yuvarlak ateşten bir top yükselmeye başladı. Yapraklar, açan çiçekler kuşlar hep ona dönüp baktılar. Derin derin soludular. O kızıllığı yudum yudum yuttular. Balıklar sıçradı, tekrar suya daldı, ırmaklar daha bir güzel akmaya başladı. Yusufçuklar havalandılar hep birden kondukları yeşil diken yapraklarından. Tırtıllar çıktı kozalarından iki kanat bin bir renkli ipekten kanatlı kelebekler doğdu. Gerinerek uyandı dallardaki tomurcuklar. Rüzgarın şarkısına kapıldılar. Yeşil bir fırtına esti tam o anda bütün yaprakları yeşile boyandı. Yeşil koktu yer gök. Usuldan yağmur çiğselemeye başladı. Yağmur sandılar. Yağan yağmur değildi. Her sabah o saatlerde yağardı bu yağmur. Sihirli tılsımlı. Kıpkırmızı top yükselirken, kuşlar horozlar öterken, Karşı ki, ormanlardan kara kargaların sesleri yükselirdi. kapkara karga bulutu güneşe doğru kanat çırparken, her yer, her yaratık eşlik ederdi bu senfoniye. Sonra derinden sesler açığa vururdu. Osman, Ahmet, Hüseyin, Ali, Mustafa, Mehmet......... sesler bir biri ardına sıralanırken derin vadilerde yankılanmaya başlardı. Toprak kazmalarla eşelenmeye başlanır, Heybedeki tohumlar toprak ananın bağrına gömülmeye başlanırdı. Gölgeler öne düşerdi sabahları uzar uzardı.Öğle vakti yok olur, öğleden sonra arkasına düşerdi adamın büyür büyür akşam karanlıklarında geceye karışırdı. İşte o derin akşamlarda bir hıçkırık duyardık. Tırtılından sabah doğmuş tırtılın, kanadı ipekten bin bir renkli kelebeklerin hıçkırıklarını duyardık, çırçır böceklerinin çığlıklarından. Gecenin sessizliğinde karşı ki ormanlardan çakal ulumaları sesi gelirken sarı benizli bir ay karanlıkların üzerine basa basa yürüyüp gittiğine şahit olurduk. Derinden, derinden denizin sesini duyardık, vadilerin bitiminde akan derelerin çağıltısını duyardık. Yıldızlar milyonlarca yanıp sönene fenerler gibi göz kırparlardı geceye. Uyumak rüyaya gebeydi hep güzel rüyalar gelir konardı göz kapaklarımıza. Göz kapaklarımız ağırlaşır, kirpiklerimizle kilitlenir. o kilitli kapılar ardında tadına doyulmaz aşklar yaşardık rüyalarımızda. Bir varmış, bir yokmuşla başlamayan rüyadan olmayan bu rüyalar, biraz gerçek,biraz da bilinç altımızda kurduğumuz dünyaların yansımaları olarak döner dururlardı uyku perdemizde sabah olana kadar. Şimdi baktığımda sabahları ne
Güneş, ne Ay yitip gitmiş gibi. Hayatlar devam etse de. Yoksa yaşamak denen güzelim dünya öldü mü. Yoksa biz mi öldük..? M.Yayla-Görele