Ülkemizin en büyük evcil hayvan mağazası olan tcremix.org sitemizde kedi veya köpek besleyenler için hayatlarını kolaylaştıracak çok sayıda ürün bulunuyor. Bunların en başında mamalar geliyor eğer köpek besliyorsanız köpek maması başta olmak üzere yavru köpek maması, yaşlı köpek maması, light köpek maması, tahılsız köpek maması, konserve köpek yaş mama ürünlerini bulabileceğiniz gibi köpek sağlık ürünleri, köpek ödülleri, köpek bakım ürünleri, köpek aksesuarları, köpek mama su kapları, köpek oyuncakları, köpek eğitim ürünleri, köpek tasmaları gibi işlerinizi kolaylaştıracak çok sayıda ürünü bulabilirsiniz. Kedi besleyen arkadaşlar başta kedi maması ana kategorimiz olmak üzere konserve kedi yaş maması, yavru kedi konserve maması, yavru kedi maması, kısırlaştırılmış kedi maması, yaşlı kedi maması, yetişkin kedi maması, light diyet kedi maması kategorilerimizi ziyaret ederek kedinizin temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilirisiniz. Diğer yandan ihtiyaç duyabileceğiniz diğer ürünleri kedi ödülleri, kedi tuvaletleri, kedi oyuncakları, kedi vitaminleri, kedi kumu, kedi aksesuarları, kedi bakım ürünleri, kedi mama su kapları ana kategorilerimizden bulabilirsiniz. Ayrıntılı armaa için alt kategorilerimize de göz atmanızda fayda var. Türkiye 'nin en büyük online pet shop mağazası tcremix.org sitemize hepiniz davetlisiniz.
Esenyurt Escort
Serdar Kara
Köşe Yazarı
Serdar Kara
 

Son Yaprak!...

Yaz sonu. En çok da havaların değişimi ile gözler önünde... 40’lardan önce 30’lara...   Sonra 20’lere...   Doğal bir serinlik...   Mevsim değişimi...   Bir türlü değişmeyenlere inat, doğal bir süreç!   Havaların soğuması kadar, dolaplarda yapılan yaz - kış değişimi de bir gösterge değil mi?   Bir de doğanın çizdiği tablo var...   Yaprakların sararması...   Ve dökülmesi...   Hatta uçuşması...   Yaz denince ’aşklar’ da; sonbahar da neden hüzün?   Yaprakların sarıdan kırmızıya dönen tonlarında sevgi ve paylaşımın da en güzel yansımaları yok mu?   Vücudumuzu ürperten soğuklarda sıcak bir ten teması...   El ele tutuşma, sarılma, sıcaklığı bir bedenden diğerine sevginin gücü ile yansıtma...   Ve sıcak bakışlar...   Alev alev... Belki tutuşan...   ’Sözcükleri kullanmadan’ gözlerle ’seni seviyorum’ demek...   Rüzgarda uçuşan yapraklarda sevgi sözcükleri savrulmaz mı sağa sola...   Tıpkı Nazım Hikmet’in şu dizeleri gibi:   "Itır saksısında artan koku / denizlerde uğultular / ve işte dolgun bulutları ve akıllı topraklarıyla sonbahar / sevgilim, / yaş kemalini buldu / Bana öyle gelir ki / belki bin yıllık bir ömrün macerası geçti başımızdan / Ama biz hala / güneşin altında el ele yalnayak koşan / hayran gözlü çocuklarız."   Ama... Bir de hüzün...   Ayrılıklar, yalnızlıklar, boşluklar...   Yazın o tüm özgürlüğünün, rahatlığının ötesinde yakamıza yapışan ’sorumluluklar’.   O sorumlulukların dayattığı zorunluluklar, hırslar, çekişmeler...   Sonbaharın mayasında bu var.   Ve nedense dalıp giden gözlerimiz...   Bu yıl da aynı duygular içindeyim.   İşte Fuar’ın bir köşesinde ’güçlü bir bedenden sıyrılıp’ süzüle süzüle yerlere düşen yaprakları izliyorum.   Ve o solan, sararan yapraklar son birkaç ay içinde aramızdan ayrılıp giden dostları, büyüklerimizi, İzmir’in ve Ege’nin yıldızlarını getiriyor aklıma.   Yitirilen değerlerle yakalanan mutluluklar.   Sevgi, dayanışma ve paylaşım.   İhsan Alyanak, Ersin Faralyalı, Prof. Dr. Ömer Yiğitbaşı, Muhsin Bilgehan, Zühtü Pala, Avni Yelkenbiçer, Reşit Kurşun, Mazhar Metin Rüstem, Sermet Akgün, Salih Baysak, Ahmet Kamil Tezol, Esin Özgener, Oya Uzman...   Ne o sonbahar yağmurları mı başlıyor?   Gözlerimdeki nemler ne?   Yapraklar düşmeye devam ediyor.   İz bırakan, sevgi seli yaratan noktada olmak güzel değil mi?   Ve birkaç ay sonra ki yeni değişim...   Kışın ardından gelecek ’bahar’.   Yeni bir değişim...   O tomurcuklar yeni güzelliklerin, yeni değerlerin müjdecisi değil mi aslında?   Yaşam böyle bir süreğenlik içinde değil mi?   İşte bir yaprak daha düştü...   Belki yeni bir hüzün...   ’Hüzün ki, en çok yakışan mı bize?’...   Öyle mi olmalı? Kısa öykünün ustalarından O’Henry de öyle yapmış. Öykülerini okuyun. Noel Armağanı’nı, Kader Yolları’nı, Kardelen Masalı’nı, Bulut ve Yıldız’ını.... Yaşamın tadı yeniden damaklarınızda gezinecek. Bu hafta yazarın “Son Yaprak”ıyla tanıştırmak istedim sizi. Bu sıcak yaz günlerinde bir güz öyküsü... Ama umutlu bir son yaz öyküsü... Umudunuz hiç bitmesin diye...   “Sue ve Johnsy, iki katlı bir evin ikinci katını paylaşan iki resim öğrencisiydi. İki arkadaşın alt katındaysa yaşlı bir ressam oturuyordu. O yıl, yaz sonuna doğru, Johnsy aniden rahatsızlanmıştı. Aradan haftalar geçmesine rağmen, Johnsy bir türlü iyileşememişti. Sue, defalarca doktor çağırmış ama doktorlar da kesin bir şey söyleyememişlerdi. Genç kız, günden güne eriyordu. Bir gün, Sue resim yaparken Johnsy de yatağında pencereden bakıyor ve bir şeyleri sayıyordu. “On iki” dedi, biraz sonra da “on bir”, arkasından “on”, sonra “dokuz”, daha sonra “sekiz, yedi, altı...”   Sue,  merakla dışarı baktı. Sayılacak ne vardı acaba? Görünürde sadece kasvetli, bomboş bir avlu ile altı yedi metre ötedeki tuğla evin çıplak duvarının dibinde kökü çürümeye yüz tutmuş bir asma görünüyordu. Sue, arkadaşına dönüp “Neyin var?” diye sordu. Johnsy fısıltıyla “beş” dedi. “Artık daha hızlı düşüyor yapraklar... Üç gün önce tıka basaydı asma. Saymaktan başıma ağrılar giriyordu ama şimdi parmakla sayıyorum. İşte biri daha gitti. Topu topu beş tane kaldı.” “Beş tane ne?” diye sordu Sue. “Yapraklar, asmanın yaprakları. Sonuncusu da düşünce, ben de bu yeryüzünden gideceğim. Hissediyorum bunu.” diye karşılık verdi Johnsy.  Arkadaşı ona saçmalamamasını söyleyip içmesi için çorba götürdü ama genç kız, “İşte biri daha gidiyor. Hayır, çorba filan istemiyorum. Dört yaprak kaldı. Hava kararmadan sonuncusunun da düştüğünü görmek istiyorum. Ondan sonra ben de gideceğim.” diye sızlandı.   Genç kız uykuya dalınca Sue de alt kattaki yaşlı ressamın ziyaretine gitti, Johnsy’yi ve yaprakları anlattı adama. Yukarı çıktığında arkadaşı uyuyordu. Ertesi sabah Sue’ye hemen perdeyi açmasını söyledi. Gece boyunca aralıksız yağan yağmur ve şiddetli rüzgardan sonra, bir asma yaprağı hâlâ ağaçta sallanıp duruyordu. Testere ağzı gibi tırtıllı kenarlarına ölümün ve çürümenin sarı rengi sinen yaprak, bir dala yiğitçe asılmıştı.   “Bu sonuncusu.” dedi Johnsy. “Geceleyin mutlaka düşer diye düşünmüş, kendimi ölüme hazırlamıştım. O son yaprak bugün düşecek ve ben burada olmayacağım.”   Derken şiddetli yağmur yeniden başladı. Hava iyice aydınlanınca Johnsy, perdenin biraz daha açılmasını istedi yeniden. Son asma yaprağı yerli yerindeydi. Genç kız, yattığı yerden yaprağı uzun uzun seyretti. Sonra arkadaşına seslendi: “Biraz şımarıp üzdüm seni, görüyorum ki  ne denli kötü bir insan olduğumu duyurmak için bir güç o son yaprağı orada tutuyor. Ölümü istemek günahtır. Şimdi biraz çorba verebilirsin bana.” dedi.   Akşamüstü gelen doktor ayrılırken “Şimdi alt kattaki bir hastaya bakmam gerekiyor. Yaşlı bir ressammış sanırım. O da zatürreye yakalanmış. Adamcağız çok ağır durumda. kurtulma umudu yok ama daha rahat eder diye bugün hastaneye kaldırılıyor.” dedi.   Ertesi gün doktor, Johnsy’ye, “Tehlikeyi atlattınız, siz kazandınız.” dedi.   Sue, o gün öğleden sonra Johnsy’ye yaşlı ressamdan söz etti. Yaşlı ressam, iki gün hastanede yattıktan sonra ölmüştü. Hastalandığı günün sabahı kapıcı onu aşağıda, odasında acı içinde kıvranırken bulmuştu. Adamın pabuçları, elbisesi baştan başa sırılsıklamdı ve her yanı buza kesmişti. Öyle korkunç bir gecede nereye çıktığına akıl sır erdirememişti hiç kimse.  Sonra, hâlâ yanan bir gemici feneri, yerinden sürüklene sürüklene çıkarılmış taşınır bir merdiven ve sarı, yeşil boyalarla bulanmış bir palet ve sağa sola saçılmış birkaç fırça bulmuşlardı kömürlükte. İşte o zaman o son yaprağın sırrı da çözülmüştü. En çetin fırtınada bile yerinden kıpırdamayan o son yaprak, yaşlı ressamın son yapıtıydı. Yaşlı adam, son yaprağın düştüğü o amansız gecede bir yaprak resmi yapıp canı pahasına da olsa o dala yapıştırmıştı Johnsy ölmesin diye...”    Yaz bitiyor, güzünse eli kulağında. O “son yaprak” hiç düşmeyecek Johnsyler Berivanlar, Neiller, Olgalar, Bedirhanlar, Umutlar ölmesin diye.... Umudunuzu diri tutun. Bu yaprak kasırgası, bu kırlangıç fırtınası dinecek. Önümüz yine bahar...   O son yaprak, her ölümden sonra, “Bedelini ödeyecekler.” diyenlerin değil, O’Henry’nin ressamı gibi başkalarının yaşaması için kendilerini bedel sayanların ellerinde çünkü...
Ekleme Tarihi: 12 Ocak 2023 - Perşembe

Son Yaprak!...

Yaz sonu. En çok da havaların değişimi ile gözler önünde...

40’lardan önce 30’lara...

 

Sonra 20’lere...

 

Doğal bir serinlik...

 

Mevsim değişimi...

 

Bir türlü değişmeyenlere inat, doğal bir süreç!

 

Havaların soğuması kadar, dolaplarda yapılan yaz - kış değişimi de bir gösterge değil mi?

 

Bir de doğanın çizdiği tablo var...

 

Yaprakların sararması...

 

Ve dökülmesi...

 

Hatta uçuşması...

 

Yaz denince ’aşklar’ da; sonbahar da neden hüzün?

 

Yaprakların sarıdan kırmızıya dönen tonlarında sevgi ve paylaşımın da en güzel yansımaları yok mu?

 

Vücudumuzu ürperten soğuklarda sıcak bir ten teması...

 

El ele tutuşma, sarılma, sıcaklığı bir bedenden diğerine sevginin gücü ile yansıtma...

 

Ve sıcak bakışlar...

 

Alev alev... Belki tutuşan...

 

’Sözcükleri kullanmadan’ gözlerle ’seni seviyorum’ demek...

 

Rüzgarda uçuşan yapraklarda sevgi sözcükleri savrulmaz mı sağa sola...

 

Tıpkı Nazım Hikmet’in şu dizeleri gibi:

 

"Itır saksısında artan koku / denizlerde uğultular / ve işte dolgun bulutları ve akıllı topraklarıyla sonbahar / sevgilim, / yaş kemalini buldu / Bana öyle gelir ki / belki bin yıllık bir ömrün macerası geçti başımızdan / Ama biz hala / güneşin altında el ele yalnayak koşan / hayran gözlü çocuklarız."

 

Ama... Bir de hüzün...

 

Ayrılıklar, yalnızlıklar, boşluklar...

 

Yazın o tüm özgürlüğünün, rahatlığının ötesinde yakamıza yapışan ’sorumluluklar’.

 

O sorumlulukların dayattığı zorunluluklar, hırslar, çekişmeler...

 

Sonbaharın mayasında bu var.

 

Ve nedense dalıp giden gözlerimiz...

 

Bu yıl da aynı duygular içindeyim.

 

İşte Fuar’ın bir köşesinde ’güçlü bir bedenden sıyrılıp’ süzüle süzüle yerlere düşen yaprakları izliyorum.

 

Ve o solan, sararan yapraklar son birkaç ay içinde aramızdan ayrılıp giden dostları, büyüklerimizi, İzmir’in ve Ege’nin yıldızlarını getiriyor aklıma.

 

Yitirilen değerlerle yakalanan mutluluklar.

 

Sevgi, dayanışma ve paylaşım.

 

İhsan Alyanak, Ersin Faralyalı, Prof. Dr. Ömer Yiğitbaşı, Muhsin Bilgehan, Zühtü Pala, Avni Yelkenbiçer, Reşit Kurşun, Mazhar Metin Rüstem, Sermet Akgün, Salih Baysak, Ahmet Kamil Tezol, Esin Özgener, Oya Uzman...

 

Ne o sonbahar yağmurları mı başlıyor?

 

Gözlerimdeki nemler ne?

 

Yapraklar düşmeye devam ediyor.

 

İz bırakan, sevgi seli yaratan noktada olmak güzel değil mi?

 

Ve birkaç ay sonra ki yeni değişim...

 

Kışın ardından gelecek ’bahar’.

 

Yeni bir değişim...

 

O tomurcuklar yeni güzelliklerin, yeni değerlerin müjdecisi değil mi aslında?

 

Yaşam böyle bir süreğenlik içinde değil mi?

 

İşte bir yaprak daha düştü...

 

Belki yeni bir hüzün...

 

’Hüzün ki, en çok yakışan mı bize?’...

 

Öyle mi olmalı?

Kısa öykünün ustalarından O’Henry de öyle yapmış. Öykülerini okuyun. Noel Armağanı’nı, Kader Yolları’nı, Kardelen Masalı’nı, Bulut ve Yıldız’ını.... Yaşamın tadı yeniden damaklarınızda gezinecek. Bu hafta yazarın “Son Yaprak”ıyla tanıştırmak istedim sizi. Bu sıcak yaz günlerinde bir güz öyküsü... Ama umutlu bir son yaz öyküsü... Umudunuz hiç bitmesin diye...

 

“Sue ve Johnsy, iki katlı bir evin ikinci katını paylaşan iki resim öğrencisiydi. İki arkadaşın alt katındaysa yaşlı bir ressam oturuyordu. O yıl, yaz sonuna doğru, Johnsy aniden rahatsızlanmıştı. Aradan haftalar geçmesine rağmen, Johnsy bir türlü iyileşememişti. Sue, defalarca doktor çağırmış ama doktorlar da kesin bir şey söyleyememişlerdi. Genç kız, günden güne eriyordu. Bir gün, Sue resim yaparken Johnsy de yatağında pencereden bakıyor ve bir şeyleri sayıyordu. “On iki” dedi, biraz sonra da “on bir”, arkasından “on”, sonra “dokuz”, daha sonra “sekiz, yedi, altı...”

 

Sue,  merakla dışarı baktı. Sayılacak ne vardı acaba? Görünürde sadece kasvetli, bomboş bir avlu ile altı yedi metre ötedeki tuğla evin çıplak duvarının dibinde kökü çürümeye yüz tutmuş bir asma görünüyordu. Sue, arkadaşına dönüp “Neyin var?” diye sordu. Johnsy fısıltıyla “beş” dedi. “Artık daha hızlı düşüyor yapraklar... Üç gün önce tıka basaydı asma. Saymaktan başıma ağrılar giriyordu ama şimdi parmakla sayıyorum. İşte biri daha gitti. Topu topu beş tane kaldı.” “Beş tane ne?” diye sordu Sue. “Yapraklar, asmanın yaprakları. Sonuncusu da düşünce, ben de bu yeryüzünden gideceğim. Hissediyorum bunu.” diye karşılık verdi Johnsy.  Arkadaşı ona saçmalamamasını söyleyip içmesi için çorba götürdü ama genç kız, “İşte biri daha gidiyor. Hayır, çorba filan istemiyorum. Dört yaprak kaldı. Hava kararmadan sonuncusunun da düştüğünü görmek istiyorum. Ondan sonra ben de gideceğim.” diye sızlandı.

 

Genç kız uykuya dalınca Sue de alt kattaki yaşlı ressamın ziyaretine gitti, Johnsy’yi ve yaprakları anlattı adama. Yukarı çıktığında arkadaşı uyuyordu. Ertesi sabah Sue’ye hemen perdeyi açmasını söyledi. Gece boyunca aralıksız yağan yağmur ve şiddetli rüzgardan sonra, bir asma yaprağı hâlâ ağaçta sallanıp duruyordu. Testere ağzı gibi tırtıllı kenarlarına ölümün ve çürümenin sarı rengi sinen yaprak, bir dala yiğitçe asılmıştı.

 

“Bu sonuncusu.” dedi Johnsy. “Geceleyin mutlaka düşer diye düşünmüş, kendimi ölüme hazırlamıştım. O son yaprak bugün düşecek ve ben burada olmayacağım.”

 

Derken şiddetli yağmur yeniden başladı. Hava iyice aydınlanınca Johnsy, perdenin biraz daha açılmasını istedi yeniden. Son asma yaprağı yerli yerindeydi. Genç kız, yattığı yerden yaprağı uzun uzun seyretti. Sonra arkadaşına seslendi: “Biraz şımarıp üzdüm seni, görüyorum ki  ne denli kötü bir insan olduğumu duyurmak için bir güç o son yaprağı orada tutuyor. Ölümü istemek günahtır. Şimdi biraz çorba verebilirsin bana.” dedi.

 

Akşamüstü gelen doktor ayrılırken “Şimdi alt kattaki bir hastaya bakmam gerekiyor. Yaşlı bir ressammış sanırım. O da zatürreye yakalanmış. Adamcağız çok ağır durumda. kurtulma umudu yok ama daha rahat eder diye bugün hastaneye kaldırılıyor.” dedi.

 

Ertesi gün doktor, Johnsy’ye, “Tehlikeyi atlattınız, siz kazandınız.” dedi.

 

Sue, o gün öğleden sonra Johnsy’ye yaşlı ressamdan söz etti. Yaşlı ressam, iki gün hastanede yattıktan sonra ölmüştü. Hastalandığı günün sabahı kapıcı onu aşağıda, odasında acı içinde kıvranırken bulmuştu. Adamın pabuçları, elbisesi baştan başa sırılsıklamdı ve her yanı buza kesmişti. Öyle korkunç bir gecede nereye çıktığına akıl sır erdirememişti hiç kimse.  Sonra, hâlâ yanan bir gemici feneri, yerinden sürüklene sürüklene çıkarılmış taşınır bir merdiven ve sarı, yeşil boyalarla bulanmış bir palet ve sağa sola saçılmış birkaç fırça bulmuşlardı kömürlükte. İşte o zaman o son yaprağın sırrı da çözülmüştü. En çetin fırtınada bile yerinden kıpırdamayan o son yaprak, yaşlı ressamın son yapıtıydı. Yaşlı adam, son yaprağın düştüğü o amansız gecede bir yaprak resmi yapıp canı pahasına da olsa o dala yapıştırmıştı Johnsy ölmesin diye...”

 

 Yaz bitiyor, güzünse eli kulağında. O “son yaprak” hiç düşmeyecek Johnsyler Berivanlar, Neiller, Olgalar, Bedirhanlar, Umutlar ölmesin diye.... Umudunuzu diri tutun. Bu yaprak kasırgası, bu kırlangıç fırtınası dinecek. Önümüz yine bahar...

 

O son yaprak, her ölümden sonra, “Bedelini ödeyecekler.” diyenlerin değil, O’Henry’nin ressamı gibi başkalarının yaşaması için kendilerini bedel sayanların ellerinde çünkü...

Yazıya ifade bırak !
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.

siyahbet giriş