Son günlerde insandaki iyi olma, dahası iyi olduğunu sanma fikri kafamı yoran, benliğimi meşgul eden bir mesele haline geldi…
Bilmiyorum ben mi çok safım sevdiklerim, değer verdiklerim mi çok menfaatçi ? Kalbini kırmak istemediğim insanlar kalbimi paramparça ettiler. Gözünün bir damla yaşına kıyamadıklarım Gözümden yaşları dindirmediler. Yarasını sardıklarım Yarama tuz basıp kanattılar. İyiliği için uğraştıklarım bana en büyük kötülüğü yaptılar....Anlatamadım kendimi (sevgimi) anlatamayacağım da ....!
İyi insan olmayı başkaları için bir şeyler yapmak olarak düşünüyoruz ama öyle değil işte. İnsanlar hayat yolculuğunda bir figüran kullanmadığından kendisi için ya da başkaları için iyi olmak zorundadır. Etrafımızda hemen hemen herkes, “Ben mi çok safım, insanlar neden benim iyi niyetimi kötüye kullanıyor? Neden ben aşırı iyi niyetli, temiz kalpliyim, bu yönümü hiç sevmiyorum” diyor. İşin ilginç tarafı herkes böyle düşünüyor, bir melek edasıyla konuşuyor. Bu bir çeşit savunma mekanizması, “aklileşme” dediğimiz düşüncenin insan ruhunda vücut bulmuş hali. Hiç düşündünüz mü, neden herkes kendini bu kadar çok iyi sanıyor? Herkes insanlığın kötüye gittiğini söylüyor ama kimse kendisinin kötüye gittiğini kabul etmiyor. Bunlar insanın kendisini rahatlatmak, akıl sağlığını korumak için zihnin yarattığı bir sanrı olsa gerek. İtiraf edelim ki kendimizde görmek istemediğimiz, kendimize yakıştıramadığımız özelliklerimizi değiştirmek, onlarla baş etmeye çalışmaktansa onları başkalarına yansıtmak çok daha kolayımıza gelmiyor mu? Geliyor… Genel olarak onaylanmayan kötülük olgusunu, istenmeyen duygu, istek ve davranışlarını başkalarına yakıştırmak, birilerini işaret etmek yansıtma olayının bir örneği.
İnsanlar kendilerinin iyi olduklarına inanmalı, kendilerini yaşamaya layık görmeli, zihinleri içi boş öz saygı pompalamaya devam etmeli ki nesillerini devam ettirmede sıkıntı yaşamasınlar. İçgüdüsel bir refleks insana bu düşünceyi hissettiriyor. Sonuç şuraya götürüyor: Kendimizi önemli ve iyi sanışımız, bu evrende ayrıcalıklı olduğumuz yanılgısı bu durumun bir sebebi olsa gerek. İnsanın ilişkide bulunduğu kişilere, olaylara verdiği tepkileri makulleştirerek kendini iyi ve haklı görme içgüdüsü her zaman öne çıkmıştır. Belki de doğanın insana verdiği ya da insanın inanmak istediği, kendisini kandırdığı gibi herkes kendini iyi bir insan olarak görür. İnsan bu yalana, kendi kendine yaptığı telkine inanmak ister. İnsanlığın tamamı özüne dönüp bir birey olarak öz eleştiri yapmalı. Öz eleştiri yapmadığımız için olsa gerek herkesi kötü, kendimizi iyi sanıyoruz. İyi olmadığımız bir gerçek gibi geliyor ama kötü olduğumuz tartışmalı. Peki, herkes bu kadar iyiyse kötü kim?
İnanın kimse iyi değil, herkes bir şekilde birilerine zarar veriyor. Bir renk skalasında bile iyi kötüyü siyah ya da beyaz renk olabilecek şekilde gösterecek cüreti kendimizde bulabiliyoruz. İnsanın iyi olma durumu siyah ile beyaz arasındaki ara renklerde olsa gerek. İnsan yaşadığı sürece mutlaka kırılmış, üzülmüş, kendini kullanılmış hissedebilir, aldatılmış olabilir. Bu durumları yaşayan insanların iyi olduğu anlamına gelmez. Dahası, kafamı kurcalayan insan kendinin iyi olup olmadığına karar verebilir mi? Kendi yanılgısının farkında olmayarak iyi biri olduğunu insanın içindeki ses bas bas bağırır. Boşuna dememişler, insan kendi kusurlarıyla saklambaç, başkalarının kusurlarıyla yakalamaca oynar! Kendisini iyi zannedenlere mikroskop önemini gösterseydi; teleskop da önemsizliğini gösterirdi…
Kısaca; insan hayatın içinde kendini neye göre kime göre bir anlam yükleyip büyüklük kompleksine girip ve iyi olduğun yalanı üzerine kendini kurguluyor? Kendisini mükemmel, kusursuz ve ideal sanan insanlarda görülen bu iyiyim düşüncesi bir kişilik bozukluğu olsa gerek. Tekrar soruyorum, neden herkes kendisinin iyi olduğunu düşünüyor? Neden herkes kötülüklerin kendisinden değil başkalarından kaynaklandığını dile getiriyor? İyi olmanın kriteri hukuka uygun yaşamak mı? Dini, örf, adet, gelenek göreneklere, etik ya da toplumsal kurallara uymak mı? Bence bunlardan önce gelen insanın temiz bir vicdana sahip olması. Hayatta iyi şeyler değerini iyi ideasından alır. Benim anladığım iyi bir vicdanla iyi bir yaşama ulaşabiliriz. Bu hayatta tüm yeteneklerin, sorgulamaları doğru yaptığımız sürece hedefe ulaşır, mutlu ve iyi oluruz. İnsan için, iyiliğin temel kökeni de sevgiden, hümanizmden başka bir şey değildir.
Beyin doğruları kendi çıkarları çerçevesinde değerlendirir; bu insanın en büyük sorunudur. İyi insan, iyi araba, iyi bir toplum geçici, iyilik ise kalıcı gerçekliktir. Bu örnekteki iyilik kavramı, soyut, genel ve değişmez bir varlıktır. Kavramlar var olanı bilmenin temelidir. Belli bir standartta istenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, herkes tarafından beğenilecek biçimde olması iyi olmanın kriteridir. Dürüst olmak gerekirse, insan kusurlu yanlarıyla yüzleşir ve bunu kabul ederse daha sağlıklı bir toplumun oluşmasına katkıda bulunmuş olur. İnsan ne kadar değişirse değişsin, erdemli olmak hala bu dünyadaki en önemli değerdir.
Farkındaysanız bu hayatta kusursuz insan yoktur. Ya doğmamıştır ya da ölmüştür. Hepimizin kusurları var elbette, fakat başkalarına zarar veren kötü yönlerimizi inatla savunmak yerine, kötü duygu ve düşüncelerimizle yüzleşebilmek, kötü yönlerimizi kabul edip düzeltmeye çalışabilmek asıl olan en büyük erdemdir… “Fareler ve İnsanlar” da John Steinbeck ne diyordu: “İyi insan olmak için akıl gerekmez. Ve kötüler her daim akıllılardan çıkar. Bırak biz saf olarak kalalım…”
O zaman birbirimize kötülük yapmayalım!..