Özledim yine çocukluk günlerini,Çocuk olup yaşamak yapıştı ruhuma benim nedense.Bir türlü ondan vazgeçemiyorum. Eğer çocukluğumu yaşamasam, geleceğin girdaplı yollarında kaybolur giderim. Nasıl unutulur gazete kağıtlarından kayıklar yapıp su doldurduğum çamaşır leğeninde yüzdürme mi. Şeytan uçurtmaları yapıp ,bir kulaç ipi elimde rüzgara doğru delicesine koşmaları mı. Akşama doğru su güğümü elimde köy çeşmesinden su almak için çeşme yollarına düşmemi. Annemin ocakta üstüne tereyağ yakıp soframıza getirdiği bulgur pilavı. sofranın ortasına orta büyüklükteki tencereyi koyar, sıcak sıcak kaşıklardık. pilavı. Bir sağanda üzerinde yağ tomurcukları yüzen ayranı nasılda kaşıklardık. Tencereyi bitirir dibine saran bulguru yemek için kavga ederdik. O bulgurun lezzeti hiçbir şeyde yoktu.Elif kokardı,buğday kokardı başak,başak. Hele annem bulguru taşından ayırmak için bir tepsiye su koyar bulguru içine atar, Bir o kaba,bir öbür kapa aktarırdı. Öyle yaptıkça bulgur taştan arınırdı. Sonra geceler başlardı,derin kış geceleri. Annem çok güzel masallar bilirdi. bizi başına toplar bir tiyatro sanatçısı gibi,oturduğu yerden mimikler, taklitler yaparak Dede korkut masalları anlatırdı. Hele bir kel oğlan masalları anlatırdı. İplik, iplik dokurdu yaşamı kel oğlanın hayatında. kel oğlan masalını anlatırken kel oğlanın anasından, başında ki yazmasından, kel oğlanın omuzun da ki sopanın ucuna taktığı çıkınından ne güzel, Hediyeler çıkarırdı. Bazen köy değirmeninde öğütülmüş un, bazen Leylak kokusu ipek mendiller, Kel oğlanın Padişahın kızına duyduğu aşkını anlatırdı. uçar giderdik odamızın ortasındaki eski paladan kilimlerimize binerek uçar giderdik uykuların en derin mekanlarına. Deliksiz,gamsız tasasız uykulardan hiç uyanmadan gün doğumuna kadar uyurduk. Sabah kalkınca ilk işimiz güğümü kapıp köy çeşmesine gitmek olurdu. Daracık çamurlu patika yollardan yürüyerek sek sek yaparak çeşmeye varır, çeşmenin kurnasını açar güğümümüzü doldurur evin yolunu tutardık yine oyunlar tutturarak. eve gelinceye kadar güğüm tomurcuk tomurcuk terlerdi. Su güğümden fışkırırdı adeta. Genellikle sabahtan bozardı hava. Kara kara bulutlar yürüdü gökyüzünde.Sanki dağlar uçurtma olmuş gökte uçuyordu ipsiz. Sonra o dağlar birbirine çarpar,ateşler yakardı gökyüzünde. o ateşleri bir gürültü takip ederdi ki ,yer gök sallanırdı.Ağaçlar son yapraklarını yitirmenin iniltileriyle gökten fındık büyüklüğünde dolu düşer,yerden bir top gibi havalanır tekrar yere düşüp çimenlerin arasında, çamurların içinde yitip giderdi. Sonra incecikten kar yağmaya başlardı,önce sulu kar derdik,Sonra sulu kar katıksız kara dönüşür dallar,yerler bembeyaz kara bürünürdü. Öyle bir sevinirdik ki gökten cennet yağsa ancak bu kadar sevine bilirdi insan. Günlerce sürerdi bu fırtınalar. Kar kapıları keserdi. Üşüsek de annemin masallarında ısınırdık. Herkes o annemin anlattığı masalları unutsa da ben hiç unutmadım. O karlı gecelerden bu yana hep annemin masallarıyla yaşadım. ve pişman da değilim. O masallarda özlemlerin yanında yarınlara sevgi ve saygı vardı.Büyüğün küçüğe saygısı vardı.Bir kel oğlan masalında ne gerçekler ne gerçekler vardı.
Karlar yağdıkça annem efkarlanırdı içini hep bir korku kaplardı. Karları hiç sevmezdi. Kim bilir belki de toprağa girdiği günün akşamında üstüne yarım metre kar yağmıştı. Nereden nereye.Bir kağıttan kayıkta yüzerken, bir şeytan uçurtmasının önünden koşarken esti geçti hayat. Ben şimdi bu satırları yazarken ..Annem hala o karlı kışlardan korksa da, uyuyor bizi uyuttuğu karlı kış gecelerindeki derin uykularımızda. Dede korkut, kel olan masallarını artık bizlere anlatamasa da. Bende unuttum o eski masalları artık. Çok çok özlesem de hatırlayamıyorum. Sadece kel oğlanın bir değneğin ucunda ki, içinde ne olduğu belli olmayan çıkınıyla az gitti uz gitti derken ki yürüyüşünü hatırlıyorum.... M.Yayla-Görele