Hani an gelir bazen uzaklara dalarsın ve eski o güzel günleri hatırlarsınız ya bazen… Gözlerinizle dostlarınızı, arkadaşlarınızı ve sizin için değerli insanları arar ve dilinizde de “Unutulmuş birer birer eski dostlar, eski dostlar... “ diye başlayan şarkıyı mırıldanırsınız ya… Eski dostları hatırlarsınız birer birer, bu şarkıyı mırıldanırken. Meğerse insan dostlarıyla varmış şu yalan dünyada ve hepsinin de ayrı yeri varmış hayatımızda… Hayatımızda onların olmadığı karelerin ne tadı var ne de tuzu! Bir yanımız muallâkta sanki onlar olmayınca. Bir yanımız eksik sanki onların yokluğunda… Acı bir burkulma hissi kaplar yüreğimi ne zaman yâdıma düşse uzaklardaki dostlarım. Keşke yanımda olsalar derim. Ama nafile... Araya yollar girmiş, yıllar girmiş ve dostlarımızı bizden ayırmış. Yarenlik edebileceğimiz dostlar uzaklarda şimdi. Kimisinin ismi âlemi gezer, kimisinin ismi Cennet’i... Gönüllerine muhabbetten bir katre düşmüş bu canlara imrenmemek, onları özlememek mümkün mü? Şimdi onlar fotoğraf albümünün en nadide sayfasından bize tebessüm ediyorlar. Bir dostun, fotoğraf çekinirken gülümsemek lazım sözünü şimdi daha iyi anlıyorum. Bir gün saat dolar da göçersek bu yalan dünyadan, peşimiz sıra o tebessümlü kareler kalsın geriye. Başka bir varımız olmadı yalan dünyada geriye bırakacak, bari bir tebessümümüz kalsın! Tebessüm dostlarda daha bir başka oluyor. Dostun bir tebessümü gamı kederi alıp götürüyor gönlümüzden. Onun için dostlarınızdan tebessümü esirgemeyin. İki dostun birbirine tebessümü sadaka olarak tarif edilmiş inancımızda. Modern ve çağdaş olarak nitelendirilen bugünkü dünyada hayat zor… İnsaniyet adına zor… Çoğu zaman çırpınışlarımız İNSANLIK ÖLMESİN adına değil mi? Her şeye rağmen İNSANLIK ÖLMESİN diyoruz. Bu yüzden dostlar diyoruz, eski dostlar diyoruz, vefâ diyoruz. Vefâsız adamdan hiçbir şey olmaz. Parası olur, son model arabası olur, dünyası mamur olur ama adam olamaz! Bu dünyada unutmak ve unutulmak, hissiyatı körelmemiş yürek sahipleri için en acı verici şeydir. Eğer bir nebzecik hissiyatı yoksa veya hisleri dumura uğramışsa zaten bir şey duymaz o. Onun dünyasında bizim kaygısını duyduğumuz bu ulvi duyguların da yeri olmaz. Allah muhafaza buyursun bizi bu hale düşmekten. Bazen neşe, bazen de ıstırap içinde geçiyor günlerimiz. Bilirsiniz, hayatın yazı da var, kışı da... Siz hiç hastane koridorlarında dost beklediniz mi? Saat gecenin ikisinde telefonu elinize alıp birkaç kere arama teşebbüsünde bulundunuz mu? Sonra geç oldu deyip vazgeçerek gözyaşlarınızı yüreğinize gömdünüz mü? Belki de o gece o dostun gelmesini o kadar arzuladınız ki, gelse de iki dertleşsek, gelse de bir iki güzel kelam etsek diye geçirdiniz içinizden. Gelse de umut olsa bu elemli halime diyerek beklediniz...Bekleyecek bir dostunuzun olması ne kadar güzel biliyor musunuz? Ve bir yerlerde sizleri de dostlarınızın beklediğini unutmayın! Onların sizi aramalarını beklemeyin, vakit geç olmadan siz onları arayın. Israrla siz arayın! Yarına bırakmayın. Çünkü hayat çok kısa. Bunun farkında olmak için mezarlık veya hastanelere uğrayın ara sıra… Hayata dair neşe ve elemlerimizde hep yanlarına koştuğumuz veya yanı başımızda bulduğumuz dostlarımız. Hırçın dalgaların şerrinden bizi saklayan emin limanlar. İyi ki varsınız! Sizsiz bu hayat nasıl çekilir bilmem? Adı modern yüzü yalan dünyada, nesli tükenmeye yüz tutmuş kuşlar gibi sizler kaldınız aramızda birkaç kişi. Ya sizler de uçup giderseniz... Etrafımızda arkadaş çok ama dostların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Dost deyince aklıma hep şu enfes hikâye gelir. Buyurun birlikte okuyalım.
Genç adam, babasına her gün; ”Benim de senin gibi çok dostlarım var” derdi. Baba itiraz eder, “Olmaz öyle çok dost, dostun hakikisi belki bir, belki iki tanedir. Fazlasını bulamazsın” diye cevap verirdi. Bu konuşma ve tartışma uzayınca gerçek dostun kim olduğunu anlamak için bir sınav yapmaya karar verdiler. Bir akşam bir koyun kesip çuvala koydular. Baba, oğluna ”Hadi bu çuvalı al, bir dostuna götür” dedi. Delikanlı çuvalı sırtlayarak, sanki içinde öldürülmüş bir adam varmış gibi en iyi bildiği dostuna gitti. O dost, kan damlayan çuvalı görür görmez kapıyı hızla delikanlının suratına kapadı. Arkadaşını içeri almadı. Dost bildiği herkesi tek tek dolaşan delikanlı hepsinden aynı karşılığı gördü. Kapılar hep yüzüne kapandı. Çaresiz geri dönerek “Haklıymışsın baba” dedi. ”Dost yokmuş bu dünyada; ne sana ne de bana.” “Hayır evlat” dedi baba. “Benim bir dostum var. Hadi, çuvalı al da bir kere de ona git.” Genç adam, çuvalı tekrar sırtlayıp alnından ter, çuvaldan kanlar damlar vaziyette babasının dostuna gitti. O dost, delikanlıyı hemen içeri aldı. Arka bahçeye geçerek bir çukur kazdı, çuvalı gömdüler. Çukuru kapatarak üstüne de cesedin kokusu belli olmasın diye sarımsak diktiler. Genç adam, babasına gelerek ”Baba, işte dost buymuş” deyince babası; “Daha erken, o belli olmaz daha. Sen yarın ona git, bir kavga çıkart ve iki tokat at. İşte o zaman anlarsın dostun hakikisini” dedi. Delikanlı, aynen babasının dediği gibi yaptı. Babasının dostuna istemeden iki tokat attı. Tokadı yiyen dost, şunu söyledi delikanlıya: ”Git de söyle babana, biz böyle iki tokada sarımsak tarlasını satmayız.” Sahi, böyle kaç dostunuz var sizin iki tokada sarımsak tarlası satmayacak? Yoksa sizler de Aşık Veysel diliyle “Dost dost diye nicesine sarıldım/Benim sâdık yârim kara topraktır.” diyenlerden misiniz? Yani insanoğlu elden ayaktan düşmeye görsün. Ne arayanı olur, nede “Düşenin dostu olur”…
Anasayfa
Yazarlar
Serdar Kara
Yazı Detayı
Bu yazı 131+ kez okundu.
Güzel günleri hatırlarsınız ya bazen!...
Hani an gelir bazen uzaklara dalarsın ve eski o güzel günleri hatırlarsınız ya bazen… Gözlerinizle dostlarınızı, arkadaşlarınızı ve sizin için değerli insanları arar ve dilinizde de “Unutulmuş birer birer eski dostlar, eski dostlar... “ diye başlayan şarkıyı mırıldanırsınız ya… Eski dostları hatırlarsınız birer birer, bu şarkıyı mırıldanırken. Meğerse insan dostlarıyla varmış şu yalan dünyada ve hepsinin de ayrı yeri varmış hayatımızda… Hayatımızda onların olmadığı karelerin ne tadı var ne de tuzu! Bir yanımız muallâkta sanki onlar olmayınca. Bir yanımız eksik sanki onların yokluğunda… Acı bir burkulma hissi kaplar yüreğimi ne zaman yâdıma düşse uzaklardaki dostlarım. Keşke yanımda olsalar derim. Ama nafile... Araya yollar girmiş, yıllar girmiş ve dostlarımızı bizden ayırmış. Yarenlik edebileceğimiz dostlar uzaklarda şimdi. Kimisinin ismi âlemi gezer, kimisinin ismi Cennet’i... Gönüllerine muhabbetten bir katre düşmüş bu canlara imrenmemek, onları özlememek mümkün mü? Şimdi onlar fotoğraf albümünün en nadide sayfasından bize tebessüm ediyorlar. Bir dostun, fotoğraf çekinirken gülümsemek lazım sözünü şimdi daha iyi anlıyorum. Bir gün saat dolar da göçersek bu yalan dünyadan, peşimiz sıra o tebessümlü kareler kalsın geriye. Başka bir varımız olmadı yalan dünyada geriye bırakacak, bari bir tebessümümüz kalsın! Tebessüm dostlarda daha bir başka oluyor. Dostun bir tebessümü gamı kederi alıp götürüyor gönlümüzden. Onun için dostlarınızdan tebessümü esirgemeyin. İki dostun birbirine tebessümü sadaka olarak tarif edilmiş inancımızda. Modern ve çağdaş olarak nitelendirilen bugünkü dünyada hayat zor… İnsaniyet adına zor… Çoğu zaman çırpınışlarımız İNSANLIK ÖLMESİN adına değil mi? Her şeye rağmen İNSANLIK ÖLMESİN diyoruz. Bu yüzden dostlar diyoruz, eski dostlar diyoruz, vefâ diyoruz. Vefâsız adamdan hiçbir şey olmaz. Parası olur, son model arabası olur, dünyası mamur olur ama adam olamaz! Bu dünyada unutmak ve unutulmak, hissiyatı körelmemiş yürek sahipleri için en acı verici şeydir. Eğer bir nebzecik hissiyatı yoksa veya hisleri dumura uğramışsa zaten bir şey duymaz o. Onun dünyasında bizim kaygısını duyduğumuz bu ulvi duyguların da yeri olmaz. Allah muhafaza buyursun bizi bu hale düşmekten. Bazen neşe, bazen de ıstırap içinde geçiyor günlerimiz. Bilirsiniz, hayatın yazı da var, kışı da... Siz hiç hastane koridorlarında dost beklediniz mi? Saat gecenin ikisinde telefonu elinize alıp birkaç kere arama teşebbüsünde bulundunuz mu? Sonra geç oldu deyip vazgeçerek gözyaşlarınızı yüreğinize gömdünüz mü? Belki de o gece o dostun gelmesini o kadar arzuladınız ki, gelse de iki dertleşsek, gelse de bir iki güzel kelam etsek diye geçirdiniz içinizden. Gelse de umut olsa bu elemli halime diyerek beklediniz...Bekleyecek bir dostunuzun olması ne kadar güzel biliyor musunuz? Ve bir yerlerde sizleri de dostlarınızın beklediğini unutmayın! Onların sizi aramalarını beklemeyin, vakit geç olmadan siz onları arayın. Israrla siz arayın! Yarına bırakmayın. Çünkü hayat çok kısa. Bunun farkında olmak için mezarlık veya hastanelere uğrayın ara sıra… Hayata dair neşe ve elemlerimizde hep yanlarına koştuğumuz veya yanı başımızda bulduğumuz dostlarımız. Hırçın dalgaların şerrinden bizi saklayan emin limanlar. İyi ki varsınız! Sizsiz bu hayat nasıl çekilir bilmem? Adı modern yüzü yalan dünyada, nesli tükenmeye yüz tutmuş kuşlar gibi sizler kaldınız aramızda birkaç kişi. Ya sizler de uçup giderseniz... Etrafımızda arkadaş çok ama dostların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Dost deyince aklıma hep şu enfes hikâye gelir. Buyurun birlikte okuyalım.
Genç adam, babasına her gün; ”Benim de senin gibi çok dostlarım var” derdi. Baba itiraz eder, “Olmaz öyle çok dost, dostun hakikisi belki bir, belki iki tanedir. Fazlasını bulamazsın” diye cevap verirdi. Bu konuşma ve tartışma uzayınca gerçek dostun kim olduğunu anlamak için bir sınav yapmaya karar verdiler. Bir akşam bir koyun kesip çuvala koydular. Baba, oğluna ”Hadi bu çuvalı al, bir dostuna götür” dedi. Delikanlı çuvalı sırtlayarak, sanki içinde öldürülmüş bir adam varmış gibi en iyi bildiği dostuna gitti. O dost, kan damlayan çuvalı görür görmez kapıyı hızla delikanlının suratına kapadı. Arkadaşını içeri almadı. Dost bildiği herkesi tek tek dolaşan delikanlı hepsinden aynı karşılığı gördü. Kapılar hep yüzüne kapandı. Çaresiz geri dönerek “Haklıymışsın baba” dedi. ”Dost yokmuş bu dünyada; ne sana ne de bana.” “Hayır evlat” dedi baba. “Benim bir dostum var. Hadi, çuvalı al da bir kere de ona git.” Genç adam, çuvalı tekrar sırtlayıp alnından ter, çuvaldan kanlar damlar vaziyette babasının dostuna gitti. O dost, delikanlıyı hemen içeri aldı. Arka bahçeye geçerek bir çukur kazdı, çuvalı gömdüler. Çukuru kapatarak üstüne de cesedin kokusu belli olmasın diye sarımsak diktiler. Genç adam, babasına gelerek ”Baba, işte dost buymuş” deyince babası; “Daha erken, o belli olmaz daha. Sen yarın ona git, bir kavga çıkart ve iki tokat at. İşte o zaman anlarsın dostun hakikisini” dedi. Delikanlı, aynen babasının dediği gibi yaptı. Babasının dostuna istemeden iki tokat attı. Tokadı yiyen dost, şunu söyledi delikanlıya: ”Git de söyle babana, biz böyle iki tokada sarımsak tarlasını satmayız.” Sahi, böyle kaç dostunuz var sizin iki tokada sarımsak tarlası satmayacak? Yoksa sizler de Aşık Veysel diliyle “Dost dost diye nicesine sarıldım/Benim sâdık yârim kara topraktır.” diyenlerden misiniz? Yani insanoğlu elden ayaktan düşmeye görsün. Ne arayanı olur, nede “Düşenin dostu olur”…
Ekleme
Tarihi: 21 Aralık 2022 - Çarşamba
Güzel günleri hatırlarsınız ya bazen!...
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.