Atatürk’ün Arap alfabesini kaldırıp, 1928’de Latin alfabesine geçmesini “Bir gecede cahil kaldık.Ecdadımızın mezar taşlarını okuyamıyoruz.” diye dile getiren siz Osmanlı torunları!
Valla siz ne olursanız olun umrumda bile değil.
Ben halis, muhlis Türk oğlu Türk’üm!
Oğuz’dur boyum, Çepni’dir soyum!
Benim ecdadım Sakalar (İskitler), Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Türkeşler, Selçuklular, Timurlular, Babürler, Hazarlar… Türkçe düşünür, Türkçe konuşur, Türkçe yazardı.
Ya ecdadım dediğin Osmanlı?
Evet, o da hatalarıyla, sevaplarıyla şanlı tarihimizin bir parçasıdır, onunla da gurur duyarım ama…
Osmanlı’nın özellikle duraklama ve gerileme devirleri o kadar da ak kaşık değil.
Harem rezaletlerine girmiyorum.
“Nizam-ı Alem” için aralarında süt bebelerinin de olduğu kardeş ve evlat katliamları meselelerine de girmiyorum.
Osmanlı'nın Türk'e, "Etrak-ı bi idrak" yani idraksiz, akılsız, aptal Türk diye hakaret etmesi konusuna hiç girmiyorum.
Daha fazla yüzünüze vurmamak için, Osmanlı'nın son zamanlarında okuma yazma oranının %5, bunun da %3'nün gayrı müslim tebamız (Rum, Ermeni, Musevi vd.) olduğu meselesine ise hiç mi hiç girmiyorum!
En büyük ihaneti dilimiz Türkçe’ye yapmıştır, Osmanlı.
Bu yazımda bu meseleye değineceğim.
Eğer bir millet dilini kaybederse, kimliğini ve kişiliğini de kaybeder.
Sarayda Farsça, Arapça eh biraz da aralarına serpiştirilmiş Türkçe karışımı acayip bir dil yani Osmanlıca…
Anadolu ve Rumeli kırsalındaki senin dedenin dedesinin dedesi köylü Mehmet Efendi ile, ninenin ninesinin ninesi köylü Kezban bacı saf Türkçe konuşurdu.
Buyur şunu bir oku bakalım:
“Tûtî-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil
Çarh ile söyleşemem âyînesi sâf değil”
Ne anladın?
Hiçbir şey!
Bir de bunu oku:
“Mucize gibi sözler söyleyen bir papağanım
Dediklerim sıradan lâflar değildir.”
Şairin ne söylemek istediğini şimdi anladın, değil mi?
İşte bu anladığın, birincisinin Türkçe’ye çevrilmiş halidir.
Umarım, ne demek istediğimi anlamışsındır?
Ama sanmam!
Mevlana Hazretleri ne demiş:
“Ne anlatırsan anlat, anlattığın karşındakinin anladığı kadardır.”
Zamanın muteberlerinden sabık Maliye Bakanı Milli Damat ne demişti:
“Cumhurbaşkanımız çıksa, şurdan aya kadar dört şeritli yol yapacağım dese valla bizim seçmenimiz inanır!”
Doğru söze ne denir!
Anlayacağını sanmam ama yine söyleyeyim:
Sen Osmanlı değil, Türksün ama farkında değilsin.
Ya da…
Çok uluslu bir devlet olan Osmanlı’nın gayrı Türk tebasından birinin (Rum, Ermeni, Musevi, Arnavut, Roman, Sırp, Hırvat, Boşnak vd.) torunusun!
Çünkü eline bir kitap, gazete alıp bir satır yazı okumaz…
Sonra kalkıp çok şey biliyormuşçasına, “Osmanlı torunuyum” diye işkembe-i kübradan sallarsın!
Kalıbımı basarım, “İşkembe-i Kübra”nın anlamını da bilmiyorsundur.
Osmanlıca olan bu tabirin bugünkü anlamı; “Kalın bağırsaktan atma”dır.
Yani af buyurun, “osurma”!
Çünkü taptığın siyasiler ve onun işaret ettiği çakma tarihçiler senin kulağına ne üflerse, papağan gibi onu tekrarlar durursun.
E madem ki Osmanlı torunusun, buyur çok değil 13 Eylül 1889 tarihinde kaleme alınmış şu yazıyı bir zahmet oku, okuyabilirsen:
“Alemdarzade yani Hacı İsmail Efendi’dir/Eden bu ma’bed-i pak-i bera-yı Müslimin ihya Giresun hanedanından olup bu sahib’ul-hayrat/Müceddet olarak etti bu ali ma’bedi inşa yapan bir camii alemde mutlak ehl-i cennet’tir/ (…)” (Kurumları ve Yapılarıyla GİRESUN ŞEHRİ (Osmanlı Dönemi), Mehmet Fatsa, Giresun Belediyesi Yayınları, 2020)
(Kaldı ki bu yazıdaki bazı harflerin şapkaları ve inceletme işaretleri de var.Lakin bilgisayarımdaki tuşlarda bunlar olmadığından bu şekilde yazmaya mecbur kaldım.)
Hadi bu yazıyı kem, küm okudun diyelim…
Anlamını çöz bakalım.
Maçan sıkmadı, değil mi?
Yok öyle, “Osmanlı torunuyum” diyerek bol keseden atmak.
Madem ki Osmanlı torunusun o-ku-ya-cak-sın!
Kaldı ki bu satırların yazarı İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mezunu olduğu halde bile, eline Osmanlıca-Türkçe sözlük almadan çözemiyor.
Rahmetli Yahya Kemal Beyatlı, ne güzel söylemiş;
“Türkçe ağzımda annemin ak sütü gibidir!”
Senin anan, ananın anasının anası…
Senin deden, dedenin dedesinin dedesi…
Öz be öz Türkçe konuşurdu.
Bak, 17.yüz yılda yaşamış büyük halk ozanı Karacaoğlan ne diyor:
İncecikten bir kar yağar,
Tozar Elif, Elif deyi...
Deli gönül abdal olmuş,
Gezer Elif, Elif deyi...
Anladınız, değil mi?
Daha da önceki yüz yıllara…
Örneğin 720 yıl öncesinin büyük Türk Ozanı Yunus Emre (1238-1328)’ye gidelim.
Bakınız, 13.yüz yıldan nasıl sesleniyor Büyük Ozan:
Canım kurban olsun senin yoluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed,
Şefâat eyle bu kemter kuluna,
Adı güzel, kendi güzel Muhammed”
Nasıl?
Çok rahat anladınız, değil mi!
Yazımı daha fazla uzatıp, sizleri sıkmamak için burada noktalıyor…
13 Mayıs 1277’de;
“Şimden gerü (sonra) hiç gimesne (kimse) divanda, dergahda, bergahda ve dahi her yerde Türk dilinden özge (başka) söz söylemeye” diye bir ferman yayınlayan Karamanoğlu Mehmet ile…
Türk Milleti’ni uçurumun kıyısından döndürdüğü gibi, Türk Dil Kurumu’nu (TDK) kurmak suretiyle güzel Türkçemiz’i de bataktan kurtaran Ulu Önderimiz Atatürk’ü bir kez daha minnet, şükran ve rahmetle anıyorum.
Ruhları şad, mekanları cennet olsun!