Çok eskilerden bu zamanlarda denizin kıyısına çadırlar kurulurdu. Kumların üzerinde biten büyük mantarlar gibi. Her çadırın önünde belden aşağısı açık, vücutlarının üstünde bezden fanila esmer kara bacaklı çocuklar,sümüklü burunlarından nefes alabilmek için ikide bir burunlarıyla oynarlardı. Esmer iri yarı çingene kadınları çadırların önünde, iri yarı pala bıyıklı kocalarına hizmet ederlerdi. O çingene çocuklarının yaşadığı sefalet, çingene babalarının yaşadığı hayatla çelişirken kasabada çingenelere karşı bir soğukluk başlardı. Onlar gelince kasaba önlemlerini alırdı. Hırsılık olayları artar, köylere dağılırlar çeşitli savsatalar, kandırmacalarla saf kadınları kandırırlar gözlerinin içine baka baka soyarlardı evlerini. Kimi falcıyım deyip fal bakar, kimi bohçacıyım deyip çeyiz satmak için dağılırlardı . Pala bıyıklı kocaları,sefaleti yaşayan burnu sümüklü çocukları denizin kıyısında kumdan buğulayan kum sıcağında karardıkça kararırlardı. Onlar kasabaya gelince bizi korkuturlardı hep. Sakın onlara yaklaşmayın, sizi kandırırlar çalar, Bacaklarınızı kollarınızı kırıp sizi dilenci yapıp kullanırlar derlerdi. Korkardık. Fındık mevsimi bitip soğuklar başlayıp dalgalar artmaya başladığında kuruyan yapraklar gibi bu göçebeler çekip giderlerdi. Nasıl geldiklerini çatırlarını nasıl kurduklarını görmediğimiz gibi, Gidişlerini de bilmez görmezdik. Perişan saçları lüle lüle kirden yapış yapış Kara yanaklı sümüklü kız çocukları, Sümüklü erkek çocukları,Pala bıyıklı dağ gibi çingene beyleri, Boylu iri çingene kadınları kalırdı hafızamızda. Deniz yine çalkalanır dururdu. Bu kez denizin mavisine Çingene palamutları akın ederdi.Rengarenk parlar Çingenelere inat bereket olurlardı sofralarımıza. O ufacık çingene palamutlarını ay geçmez kocaman çingene ağalarına benzeyen büyümüş palamutlar torikler akardı mavi sulara. peşlerinde yunuslar, Yunuslara yem olmamak için amansız bir yarış başlardı sularda. Tüm bunlar olurken denizin derin kuytularında hamsiler doğardı kütük olurdu sularda. Yavaş yavaş sonbahar düşerdi sulara. Yakamoz renklenir ay koşarcasına sabahla buluşmak için kayardı gökyüzünde bulutların arasından bata çıka, bazen karşıdaki kocaman ağaçların tepesine değerdi sanki. Fındık soyma imecelerinde sevdalar başlardı isli isli yanan ışığın gölgesinde. Bıldırcınlar yağardı o gecelerde yağmurlarla. Ben çocuktum. Çocuk olsam da kazınmış hafızama unutamadığım bir oyun gibi o günler. Hayatı hayat gibi yaşarken. Aklımın erdiğince bu akşam kuyudan çıkardım o anılarımı kovamın aldığı kadar. Kovamın ipi çok uzun değildi, kuyu çok derin. Bu kadarıyla yetinmekte yeter .Sevgi ve saygıyla...M.Yayla-Görele
Anasayfa
Yazarlar
Mustafa YAYLA
Yazı Detayı
Bu yazı 164+ kez okundu.
ÇİNGENELER
Çok eskilerden bu zamanlarda denizin kıyısına çadırlar kurulurdu. Kumların üzerinde biten büyük mantarlar gibi. Her çadırın önünde belden aşağısı açık, vücutlarının üstünde bezden fanila esmer kara bacaklı çocuklar,sümüklü burunlarından nefes alabilmek için ikide bir burunlarıyla oynarlardı. Esmer iri yarı çingene kadınları çadırların önünde, iri yarı pala bıyıklı kocalarına hizmet ederlerdi. O çingene çocuklarının yaşadığı sefalet, çingene babalarının yaşadığı hayatla çelişirken kasabada çingenelere karşı bir soğukluk başlardı. Onlar gelince kasaba önlemlerini alırdı. Hırsılık olayları artar, köylere dağılırlar çeşitli savsatalar, kandırmacalarla saf kadınları kandırırlar gözlerinin içine baka baka soyarlardı evlerini. Kimi falcıyım deyip fal bakar, kimi bohçacıyım deyip çeyiz satmak için dağılırlardı . Pala bıyıklı kocaları,sefaleti yaşayan burnu sümüklü çocukları denizin kıyısında kumdan buğulayan kum sıcağında karardıkça kararırlardı. Onlar kasabaya gelince bizi korkuturlardı hep. Sakın onlara yaklaşmayın, sizi kandırırlar çalar, Bacaklarınızı kollarınızı kırıp sizi dilenci yapıp kullanırlar derlerdi. Korkardık. Fındık mevsimi bitip soğuklar başlayıp dalgalar artmaya başladığında kuruyan yapraklar gibi bu göçebeler çekip giderlerdi. Nasıl geldiklerini çatırlarını nasıl kurduklarını görmediğimiz gibi, Gidişlerini de bilmez görmezdik. Perişan saçları lüle lüle kirden yapış yapış Kara yanaklı sümüklü kız çocukları, Sümüklü erkek çocukları,Pala bıyıklı dağ gibi çingene beyleri, Boylu iri çingene kadınları kalırdı hafızamızda. Deniz yine çalkalanır dururdu. Bu kez denizin mavisine Çingene palamutları akın ederdi.Rengarenk parlar Çingenelere inat bereket olurlardı sofralarımıza. O ufacık çingene palamutlarını ay geçmez kocaman çingene ağalarına benzeyen büyümüş palamutlar torikler akardı mavi sulara. peşlerinde yunuslar, Yunuslara yem olmamak için amansız bir yarış başlardı sularda. Tüm bunlar olurken denizin derin kuytularında hamsiler doğardı kütük olurdu sularda. Yavaş yavaş sonbahar düşerdi sulara. Yakamoz renklenir ay koşarcasına sabahla buluşmak için kayardı gökyüzünde bulutların arasından bata çıka, bazen karşıdaki kocaman ağaçların tepesine değerdi sanki. Fındık soyma imecelerinde sevdalar başlardı isli isli yanan ışığın gölgesinde. Bıldırcınlar yağardı o gecelerde yağmurlarla. Ben çocuktum. Çocuk olsam da kazınmış hafızama unutamadığım bir oyun gibi o günler. Hayatı hayat gibi yaşarken. Aklımın erdiğince bu akşam kuyudan çıkardım o anılarımı kovamın aldığı kadar. Kovamın ipi çok uzun değildi, kuyu çok derin. Bu kadarıyla yetinmekte yeter .Sevgi ve saygıyla...M.Yayla-Görele
Ekleme
Tarihi: 26 Temmuz 2022 - Salı
ÇİNGENELER
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.