Çok uzak değildi o yıllar. Her haziran geldiğinde su kapsında bakır güğümlere su doldurduk.Su güğümle buluşunca buram buram terlerdi. Sanki şafak vakti yapraklara yağan çiğ gibi tüterdi. Hele biraz akşama kaldıysanız birde ateş böceklerinin dansı başlardı su kapılarında. Gökyüzünde yıldızların içinde sanırdınız kendinizi. Çırcır böceklerinin sesinde boğulacak olur, Kurbağalar bağırırken ürkerdiniz. hele o gecelerde tek bir kuş sesi duyardınız. Baykuş.
Hangi ağaçta öttüğünü kestirmese de Babaannem bu kuşun sesinin uğursuzluk getirdiğine inanır, ocakta yanan bir odun parçasını ağaçların olduğu sesin geldiği yöne doğru fırlatırdı. Alev döne döne kuyruklu yıldız gibi karanlık ağaçlıkta uçarken,derinden bir kanat sesi gecenin karanlıklarını yara yara bir gemi misali sarı renkli aya gidiyormuşcasına aya doğru uçardı. Baykuşun başı ay olur ayın kanatları baykuş olurdu. Etrafa bir sessizlik çöker karıncaların ayak seslerini duyardık sanki. Bu sesizliği karşıki ormandan gelen çakal sesleri başlardı.Çakallar ulurken köpekler huylanır sesleri yettiğince bağırırlardı. Geceye bir ateş düşerdi. Kısacık haziran geceleri uyumadan uyanırdı. Gece yarısından biraz sonra imsak olur şafak sökerdi. Osman dayım kalkar girebisini eyeler,Koşar adım şafağın sessizliğinde çan gibi öten ayak sesleriyle ufacık evimizin arkasındaki patikadan geçer giderdi.Uzun haziran günün son saatlerinde yorgun argın sessiz adımlarla yine ufacuk evimizi arkasında ki patikadan geçer evine giderdi. Sabah zil gibi öten ayak seslerinden eser olmazdı. Yamalı pantolonu çamura batmış, ayağındaki lastikleri diken yaralıyla parçalanmış delik deşik olurdu. O zaman ki haziranlar cefalı olsa da bereketliydi. Dalda kiraz, dalda dut, Dala düşen fındık...Şimdiki haziranlar çekilecek gibi değil. Sanki Babaannemin korktuğu uğursuzluklar gecelerimize musallat olmuş gibi. Baykuşlar da yok öten şimdilerde. Ah babaanne Çok yanlış etmişsin. Baykuşlar uğursuzluk getirmezmiş demek....! M.Yayla-Görele