Çaldık söyledik. Alan aldı, oynayan oynadı. Yarın yine biz bir birbirimize kalacağız. Cuma gecesi alanda, yanıp sönen taç satan adamı, kaldırımda güneşin altında araç beklerken gördüm.
-Nasıldı festival satış yaptın mı dedim. Biraz çekindi kim olduğumu sorguladı bakışlarıyla.
-İş yok balon satamadım. Biraz taç sattım. Rize'ye gidiyorum.
-Bu akşam devam ediyor, kalsaydın. Dedim
-Kurtarmaz ki, dedi
Cuma akşamı dikkatimi çeken bu adamı çekip paylaşmıştım. Biraz önce yine karşılaşmıştım. Bir değnegin ucunda yanıp sönen binbir renkli taçlar satıyordu. Eskiden kızlar, papatyalardan yaparlardı kırlarda, saçlarına taçları ne güzel görünürdü. Bana utanarak, birazda çekinerek
-Sen ne iş yapıyorsun dedi
Bir an durakladım.
Duymamazlıga vurup uzaklaşırken arkadan kulaklarıma ulaşan kelimeleri duydum.
- Ne güzel yapıyorsun güzel iş..!
Uzun, up uzun bir otobüs durdu. Kızmış asfalt yolda. Işıldakcı minicik poşetleri ile otobüse bindi. Kapı kapandı. Tam o anda yüzümü otobüse çevirdim. El salladı bana. Ellerim dolu, ellerimdekileri bir bayrak sallarcasına salladım. Havada eller sallanırken, birkaç dakikada her şey bir kuş kıvraklıgında su buharı gibi yitip gitti. Yürüdüm kasabanın içine doğru, alanda hala saz takımı ağustos böceği misali, saz çalıp şarkı söylüyordu. Kışa bir kaç ay kala. Vur patlasın çal oynasın. Kimin umurunda ekmek olmuş seksen lira. Yanlış okumadınız vallahi seksen lira, billahi seksen lira..!
M.Yayla-Görele