Pişmanlıkların mevsimi, hüzünlü sonbahar!...
Düşen sarı yapraklara
Yağan deli yağmurlara
Hırçın esen rüzgârlara
Seni sordum yok dediler
Rıhtımdaki sandallara
Körfezdeki dalgalara
Gökyüzünde yıldızlara
Seni sordum yok dediler
Oturduğun masalara
Uçup giden martılara
Bilmediğim insanlara
Seni sordum yok dediler
Rıhtımdaki sandallara
Körfezdeki dalgalara
Gökyüzünde yıldızlara
Seni sordum yok dediler
Yazıma Bestesi Erol Bingöl, Güftesi Muhammet Yılman’a ait olan Muazzez Abacı’nın seslendirdiği Muhayyer Kürdî makamında bir eseri ile başlamak istedim nedense…
Çünkü her Eylül ayı geldiğinde bir buruk olur içimiz nedense?... Bir hüzün kaplar gönlümüzü... Sararan yapraklar şairlere, ressamlara ilham kaynağı olsa da, hazan mevsiminin başlangıcıdır Eylül ayıdır Eylül ayı…
Yazın telaşından, sanki yorulduk. Bizi sar sarmala, tekrar tekrar doğalım tam yorulduğumuz yerde, liman ol bize sende sukuta erelim. Tekrar hayal kurmaktan korkan bize fısılda ´´hayalsiz dünyanın yükü taşınmaz de´´ biz doğalım Eylül de bir daha…
Eylül ayı geldiğinde, havalar ağırdan ağırdan serinler her yerde sessizlik hâkim olur belki de, sıcak yaz günleri gitmiş, kuş cıvıltıları yerini sessizliğe bırakmış, zaman zaman serin bir o kadar da acımasız rüzgârın sesi hâkimdir artık ortalığa…
Neden acımasızdır rüzgârın sesi? Kuş cıvıltılarının yeşilliğin hüküm sürdüğü dallar, Eylül ayında yapraklarından ayrı kalacaklar, eski güzel günlerden eser kalmayacaktır artık.
Yaprağın kaderidir düşmek, belki de rüzgâr bahanedir kim bilir? Aslında dalında sararıp düşen yapraklar, rüzgârın da etkisiyle bir o yana, bir bu yana savrulması insanoğlunun yaşamına bir ders niteliğindedir belki de kim bilir?
Eylül ayı baharın, yazın sonu demek olan sonbaharın başlangıcıdır. Artık tatlı ve serin esen rüzgârların ardından yağmurların yağması, sanki yaşanmışlığın sona ermesinin üzüntüsünden kaynaklanan gözyaşı gibidir.
Eylül ayı yaşanmışlığın sonudur. Bahar başlangıcında kırlangıçların, leyleklerin daha doğrusu göçmen kuşların baharı müjdelercesine gelmesinin ardından ağır ağır geri dönüş yolculuğunun başlangıcıdır.
Eylül ayı, yaşanmışlığın sonudur; uykusundan uyanan ağaçların, çiçek açması, yaprak vermesi, arkasından meyveye durması, kuşların yuvalarına barınak olması, insanlara meyvesiyle faydalı olması onun ne kadar faydalı ve verimliliğini gösterirken, meyvelerinin toplanılması, kuşların yavrularını büyütüp yuvadan uçurmaları, daha sonra yaprakların sararıp dallarından birer birer koparak ayrılmaları insanoğlu için birer ders olsa gerek.
O’ güzelim ağaçların, ne zaman son bulacağı belli olmayan bu hayat yolculuğunda, yemyeşil ve cıvıl cıvıl insanlara neşe saçarken, mutluluk ve huzur verirken sonunda Eylül ayının gelmesiyle elden bir bir gider bütün yaşanmışlıkları.
İnsanoğlu da ağaç misali, meyve verir, dal olur çocuklarına yuva kurmaları için. Büyütür onları hıfz eder yapraklarının yani kanatlarının altında, onların büyümelerinden mutlu olur, zaman gelir uçarlar birer birer dalından kopan yapraklar misali, savrulurlar bir yerlere. Yurt tutarlar, yuvadan ayrılanlar. Yaşanmışlık vardır, yaşlanmışlık vardır…
İsterlerse gelirler çocuklar. Zaman olur işlerinden güçlerinden uğramaz olurlar. Akıllarına gelirse belki bir haber, belki de bir selam. Yalnızdır dalları, uğurlamıştır yapraklarını hayat denen rüzgârın esintisiyle sağa, sola yalnız kalmıştır sonbaharda dünya denen bu hanede… Gidenin ardından baka kalmıştır, artık hazan mevsimindedir. Ölümü, yokluğu, çaresizliği çağrıştırması adına insan oğlu için bir derstir aslında Eylül ayı…
Düşen sarı yaprakları izlerken insanın suratına çarpan hafif rüzgâr ile insan doğanın ölümündeki hüznü dinleyiciye yansıtan şarkılardır…
Severiz sonbaharı, ama gel gelelim hüznün mevsimi olarak kazınmış aklımıza… Yıllar sonra yaş aldıkça farkına varıyoruz, hüzün sonbaharın sarı yapraklarında gizli… Yeşilin sarıya dönen tüm tonlarının hâkim olduğu doğa, yazdan kalma coşkulu görüntüsünü sessizliğe taşıyor… O sessizliğin içinde yalnızca hüzün hâkim değil… Yalnızlık ve geçmişe yolculuk var… Tüm yaşanmışlıkların adeta tekrar gözden geçirildiği bir mevsim sonbahar… Aslında mevsimlerin en kişiliklisi… Kafası karışık ama kendinden en ödün vermeyeni… ‘Ben böyleyim’ diyor... ‘Canınız isterse.’ Geldi işte yine bir sonbahar… Şimdi hepimiz hızlı yürüyoruz… Adımlarımız hızlandı çünkü hava soğuk… Burnumuz daha çabuk kızarıyor, tutacak başka bir el yoksa elimiz cebimizden çıkmıyor…Sessizliği yaprakların hışırtısı bozuyor… Hüzün, yalnızlık ve sessizlik… Üçü bir arada… Hani 'alıp başımı gitmeliyim buralardan' dediğimiz anlar olur ya… Hehhh öyle işte… Sonrakendi kendine diyorsun nereye gidiyoruz be kardeşim ne güzel sonbahar… Hava soğuk, güzel bir çay demleyip izlemediğimiz dizileri, okumadığımız kitapları, dinlemeyi sonraya bıraktığımız müziklerin zamanı şimdi… Sonbaharın en güzel vakti şimdi…
Hoş geldin EYLÜL! Yaprakları sarartacak Ekim gelmeden bize iyi gel hoş, selametle gel…