Sabahın alaca karanlığında sıcak sam yeli ile uyanmak. Hele aylardan da Nisansa. Karadenizli olarak nisan yağmurlarına kanacakken, ateş gibi sam yelinin girdabında savrulmak, tazecik, ufacık tomurcuklardan yaprağa dönüşmüş yaprakların sararıp solması, beni sam yelinin sıcağına takarak çocukluğuma, çelik çomak oynadığımız yıllara götürdü. incecik tay ayakları gibi ayaklarımın üzerinde sıçrar, kara kuru bir çocuk yeşil bir fırtınanın ortasında yağmurlar altında kalırdım. Evimiz eski, Çatısı eski Tenekelerle kaplıydı. Teneke deliklerinden topraktan döşemesine yağmurlar damlardı. Topraktan aşkanamız, ufacık çanak büyüklüğünde onlarca gölcüklerle dolardı. Yağmur damlalarının güçünü ben o zamanlardan bilirim. bir damla ufacık göle düşünce balon gibi patlar etrafına sanki havuz fıskiyesinden fışkırır gibi sular fışkırırdı etrafa. Annem telaşlanır, Daha büyük zarar görmeyelim diye kendini dışarı atar, eşiğin altından hucum eden suyu dışarı akıtmanın yolunu ararken sırılsıklam ıslanırdı. Aniden kapkaranlık gece şimşek denen alevden bir ışıkla enginlerden evimizin üstüne kar uzayan bir ateş seli olur, gece mavi ile kırmızıya döner, peşinden deprem sarsıntısı gibi sallanır, şiddetli bir gök gürlemesiyle şaşırır kalırdık. Yağmur gök gürledikçe, gök gürlemesine inat ben daha güçlüyüm dercesine hiddetlenir, teneke çatımızdan bizlere saldırmak için delikler arardı. Katranla boyalı olsa da tenekeler, yağmura direnemez üstüne yağan şiddetli sağanağı odalarımıza taşırdı. Terekte ne kadar kap kaçak varsa akan yerlere yerleştirirdik pamuk yataklarımız, yünden yorganlarımız ıslanmasın diye. Nafileydi. Nisan yağmurları dinlemezdi. Acımazdı. sabahlara kadar yağar yağardı. On döret numara çatmada asılı gaz lambasına da pencelerin boşluklarından rüzgar saldırır, Işık bizleri korumak adına rüzgarla sanki savaşır, yorulur ikide bir boğulacak adamlar gibi dil çıkarır, kapkara bir isle yanar, camının daracık boru gibi kısmını kapkara is kaplardı. Derinden gaz yağı kokardı evimizin içi. sabaha yakın saatlerde tükenircesine yağmur tükenirdi. Yağmur un dinmesine sevinemez tarumar olan evimizi derip toplamanın teleşasına düşerdik. Annem dönerdi ufacık evimizin odalarda. elinde süpürge toprak zeminli aşkanadaki gölekleri bozar, su birikintilerini ıslanmayan yerlerine dağıtırdı. Evimizin kapısı güneşe açılırdı. Tahra kapının sürgüsünü çekince güneş terekte kalaylı bakır tencerelerden doğardı sanki. onlarca güneş doğudan doğan koca güneşe inat çoğalırda çoğalırdı tereğimizde. Koşardım. Can çekişen kara kara duman kusan ışığın en ince yerinden tüm gücümle üfler gecemize aydınlık olan on dört numara ışığı boğardım çatmada. dilini yutan adamlar gibi kararır karnı şişerdi. Hanımeli kokusu dolardı tarumar ıslak odalar. Yapraklar yemyeşil yeşil bir deniz olur evimizin içine gelirdi. kelebek, kelebek. Ben kelebekleri hep nisan yağmurlarından sonra tanıdım. Böyle yanık kokan bir nisan yaşamadım. Hayırlara yoralım. Bozduk dünya denen yerin düzenini. Yalvarıyorum. Dönme çocukluğum. Gelme, hep o ufacık evde eski nisanlarda, korksan da o fırtınalı nisanlarda kal. Şimdi ki nisanlar ateşten. Gelme serin yeşil kokan çocukluğunun cennetinde kal...!
M.Yayla-Görele