Remzi amca simit yaparken onu seyretmek çok hoşuma giderdi. Hamuru halka yapar, sulandırdığı dut pekmezi tenceresine atar, tencereden çıkardığı yuvarlak eğri büğrü hamuru için de susam serili geniş tahta taplaya atardı.taplada yer kalmayınca her simiti çember şeklinde fırında yanmaktan kararmış saç dik dörtgen tavalara dizer, uzun saplı kürek yardımıyla fırına sürerdi. Bir zaman sonra ufacık fırının içi dışı susam kokusuna boğulurdu. Kıpkırmızı simitler çıtır, çıtır fırından çıkınca, o simitlerden yemek dünyanın en güzel lezzetini tadardık. paramız kısırlığı olduğundan bir simitle doymaz yarın olsa da yine yesek diye iç geçirirdik. Eğer o an paramız çok olsa bir değil on simit yedek yinede doymazdık. Ne güzel olurdu Remzi Amcanın simitleri. Kokusu, tadı hala hatıramda olsa da, o simitleri tekrar tatmak asla. O simitlerde çocukluğumuzla yitip gittiler. Eski tatlar neden şimdiler de yok. Kim söyleyecek o zamanın sırrını. Nereye gitti o tılsımlı lezzetler, nereye gittiler. Şimdi Remzi Amcanın bir simidi olsa çocukluğuma gitsem.
Koluma simit sepetini takıp bir sepet simidini yesem. Ceza olarak ona yıllarca simit satsam. Hiç pişman olmazdım. O simitler değerdi bedava simit satmaya...!
M.Yayla-Görele