Eskiden bahar başlarında böyle aniden çıkan fırtınalarda, Annem korkmayın "Ot, yaprak havası" vurur geçer derdi. Derdi demesine ama, onun içinde de fırtınalar kopardı. Ya çatı uçar da başımıza yağacak yağmurun, mart soğuğun gayidesi alırdı aklını başından. Duvarda çiviye asılı, inceden damla, damla yanan gaz lambasının tahta boşluklarından odamıza dolan rüzgarla bir alevlenip, bir sönmeye göz kırpması, ikide bir dil çıkarıp annesine oyun yapan çocuklara benzerdi. Bir anda gecenin karanlığı odaya simsiyah bir bulut gibi düşerdi sanki. Ufacık odanın içinde döner durur, deli bir at gibi kişner, kişnerdi. Bir birimize sarılır korkumuzu paylaşırken, inceden bir ses odamızın duvarlarından karanlığa inat bir uçurtma gibi duvarları yırtar simsiyah karanlığa asılırdı bin bir mumlu avize gibi. O avize Annemin dudaklarından fısıltı şeklinde çıkan, duadan başka bir şey değildi. "Allah'ım korkutma" der dururdu çaresizlikle. Onun fısıltılarını duyunca korkularımız daha da artar rüzgarın durmasını dilerdik divan dediğimiz yatagımızda. Çok geçmez sönerdi rüzgar. Hiç esmemiş kırıp dökmemiş, korkutmamış gibi sevecenleşir, ılgıt, ılgıt nini söyleyen bir dile dönerdi esintisi. Duvarda yanan ışık alevlenir, bir daha ki fırtınaya kadar huzurla, yaşar dururduk ufacık odamızda. Ciritta kokulu sahurlar ne güzeldi o yıllar. Üstüne şeker döküp yediğimiz o geceler nerdesiniz. Acaba şimdi esen rüzgarla geri mi geleceksin. Cirritadan vazgeçtim. O güzel yılları geri getirse bir tadımlık solusak ne güzel olurdu. Annemi ciritta yaparken görmek mesela. Fakat fırtınalar ne kadar güçlü eserse essin asla, asla o anlar ancak anılarda kaldı Mustafa...!!!
M.Yayla-Görele