Akıyor zaman. Irmağın aktığı, değirmenin öğüttüğü gibi. Akan zaman ihtiyarlığa, akan ırmak denize, öğüten değirmen acıları işliyor ruhumuza. İşliyor da hiçbirimiz farkında olmadan uzayıp giden zaman diliminde, hala sen ben kavgalarıyla, kırıyor, döküyor, tamiri mümkün olmayan sözlerle yaralıyoruz birbirimiz. Aslında ne övünmeye, övünmeye gerek olmadan, dünyayı ben yarattım edasına kapılmak hiç yakışmıyor fani insanoğluna. Bugün kasabanın meydanında bunu bir kez daha yaşadım. Baharın ilk güneşi altında insanlar öbek öbek olmuşlardı. Kiminde gurur ve kibir, kiminde bacaklarındaki ağrılar sinmişti suratına. Kimi siyasetten, kimi geçimden söyleşirken, kocaman çınarın dallarından fışkıran yeşil taptaze yaprakları kimse fark etmiyordu. Beyaz gömlekli, takım elbiseli, siyasete soyunmuş gençler, biraz gururlu ve farklı olduklarını gösterir gibi bal arılarına benziyorlardı. Kondukları çiçeklerden oy isterken eziliyor, büzülüyorlar, kendileri yaşında olan kadınlara analarım diye hitap edip kendisini takdim ediyorlardı. Bu olayları izlerken okul arkadaşım iki öğretmene yaklaştım. Onlara dedim ki,
-Bir fabrika açsanız ve bu fabrikaya bir müdür almak istesiniz, Fabrikaya işten anlayan bir mühendis mi yoksa, gelişigüzel birini mi alırsınız dedim.
Emekli olan arkadaşım.
-Elbette işten anlayan olmalı dedi
Gençlik yıllarımızın sayfalarını karıştırdık. Olması gereken düzeni hayal ettik heyecanla. Arkadaşım birden heyecanlandı ve dedi ki,
-Ben şu anda var ya, etrafımı şeffaf olmayan kirlenmiş saydamlığını yitirmiş camdan seyrediyorum dedi. Mıh gibi çakıldım meydanın mermer taşlarına.
-Bir daha söyler misin dedim. Hayran kalmıştım betimlemesine. Kendisine hayranlığımı söyleyince
-Benim aklıma böyle güzel sözler gelir bazen dedi. O kadar etkilendim ki. Sisli paslı bir camdan yaşadığı ortamı görememekten daha acıklı ne olabilirdi. Bunu yazacağım dedim. Yaz dedi. Sonra da uzaklaşırken geri döndü. Ay ışığında gördüklerimizle güneş ışığında gördüklerimizde farklı değil mi. dedi
Işığın güzelliklerinden, görünmeyen sırları pislikleri dışarı vurduğundan anlatırken, öteki öğretmen arkadaşım. Kalın gözlük camlarından bakarak
-Bu akşam ay tutulması var seyredin dedi. Kasabanın meydanında koca çınar yapraklanmaya başlarken, ay tutulmaya hazırlanırken, herkes puslu bir camdan geleceğini seyretmeye çalışıyorken, kimsenin bahardan haberi bile yoktu. Mermer taşlar ne cim tutmuş, ne bir çiçek açmıştı. Uzaklaştım ellerim cebimde. Kimselere bakmadan . Zaten bana da kimse bakmadı. Ahhh... puslu ve paslı camlar bazen gözleri kör eder. aydınlık şeffaf camlardan yarınlar bakmak dileğimle. Herkese gönül dolusu sevgi ve saygılar. Ben kasaba mı sevsem de kasabamda yapılmasını istediğim, cami avlusunda bulunan, tabutlarımızın üzerine gölgelik bir tenteyi değiştiretemedim. Puslu ve paslı camdan izlemeye devam. Tabutların tentesi parlasa ne olur ki.....!!! M.Yayla-Görele