Nice, nice yıllar önce, Görele'nin en yokuş yolları olan kaba mahallesinde, ufacık bir evde dünyaya gelmişim. O yıllarda doktor kıt, köy ebeleri varmış. Anne olmak dünyanın en ızdıraplı ağrısını çekmekle başlarmış. Karanlık odalarda, doğumlar, mucizelerle gerçekleşir, bir bebek ebenin ellerinde ayaklarından sarkıtılıp kalçasının üstüne bir şamarla hoş geldin dünyaya denirmiş sanki. İlk nefesle ilk çığlıklar birbirine karışır dakikalarca ağlamaktan nefesi kesilen bebek, ana sütünün tadını alınca susar, dünyanın ilk nimetini tatmaktan yorğun, ilk uykusuna dalarmış. Hepimiz o aşamalardan gelip geçtik. Belki o ilk yılları anımsamasak da her yeni doğum haberinde yeniden doğmanın hazzını duyarım. İçim cız eder. Çaresizliğim düşer aklıma. Bebek olmak, bebekliğimi yaşamak. Bebek gibi sevilmek, bebek gibi ağlamak, dudak hareketleriyle bebek gibi gülümseye bilmek. Gamzelerinin gölgesinde, kocaman göz bebeklerini ışıldatarak gülmek. Bazen kundakta, bazen beşikte, umuda doğru büyümek. Ne kadar muhtacız bebekken birilerine. Belki de anlamsız ağlamalarımız içgüdüsel bu korkularımızdı. Benim bebekliğim, İstanbul'da geçmiş. Kulaksız'da içinde kuyu bulunan tek odalı bir evin alt katında. Her şey o odada yapılırmış. Yemek gaz ocağında yapılır, o odanın ortasında yenir, Akşamda yere yatak serilir yatılırmış. O odaya bazı günler kasabadan bir kaç tane misafir gelir iç içe yatarlarmış. Yokluk, sefalet, diz boyu. Annem kırık makarnayla bir ramazan tuttuklarını anlatır dururdu hüzünlü günlerinde. Hele bir anısını anlatmıştı. Bir gün yufka almış, Yufkayı pişirecek tavası yok. Komşusundan tava istemiş. Komşusu vermiş. Sevincinden uçmuş. Tavaya yufkaları dizmiş, kapı çalmış. Komşusu mahcup. ''Kaynanam tavayı istedi.'' Tavadan kan yaş boğazına dolarak yufkayı kaldırmış. Tavayı iade ettim derdi. İstanbul'dan döndüğümüz yılları hatırlıyorum. O tavayı geri isteyen kadın bize gelip aylarca kaldığını hatırlıyorum. Koca karı derdi annem. Onu bir sever, bir severdi ki. O tava hikayesini hiç hatırlamazdı onun yanında. Kendi yemez ona yedirirdi. İşte böyle bir şey yaşamak. Bazen bebeklikte, bazen Gençlikte. Anne, baba olmak da zordur hani, aç kalıp doyurmak ister. Kırık makarnayla da olsa. Önemli olan direnmektir hayata.....! M. Yayla-Görele
Anasayfa
Yazarlar
Mustafa YAYLA
Yazı Detayı
Bu yazı 410+ kez okundu.
TAVA
Nice, nice yıllar önce, Görele'nin en yokuş yolları olan kaba mahallesinde, ufacık bir evde dünyaya gelmişim. O yıllarda doktor kıt, köy ebeleri varmış. Anne olmak dünyanın en ızdıraplı ağrısını çekmekle başlarmış. Karanlık odalarda, doğumlar, mucizelerle gerçekleşir, bir bebek ebenin ellerinde ayaklarından sarkıtılıp kalçasının üstüne bir şamarla hoş geldin dünyaya denirmiş sanki. İlk nefesle ilk çığlıklar birbirine karışır dakikalarca ağlamaktan nefesi kesilen bebek, ana sütünün tadını alınca susar, dünyanın ilk nimetini tatmaktan yorğun, ilk uykusuna dalarmış. Hepimiz o aşamalardan gelip geçtik. Belki o ilk yılları anımsamasak da her yeni doğum haberinde yeniden doğmanın hazzını duyarım. İçim cız eder. Çaresizliğim düşer aklıma. Bebek olmak, bebekliğimi yaşamak. Bebek gibi sevilmek, bebek gibi ağlamak, dudak hareketleriyle bebek gibi gülümseye bilmek. Gamzelerinin gölgesinde, kocaman göz bebeklerini ışıldatarak gülmek. Bazen kundakta, bazen beşikte, umuda doğru büyümek. Ne kadar muhtacız bebekken birilerine. Belki de anlamsız ağlamalarımız içgüdüsel bu korkularımızdı. Benim bebekliğim, İstanbul'da geçmiş. Kulaksız'da içinde kuyu bulunan tek odalı bir evin alt katında. Her şey o odada yapılırmış. Yemek gaz ocağında yapılır, o odanın ortasında yenir, Akşamda yere yatak serilir yatılırmış. O odaya bazı günler kasabadan bir kaç tane misafir gelir iç içe yatarlarmış. Yokluk, sefalet, diz boyu. Annem kırık makarnayla bir ramazan tuttuklarını anlatır dururdu hüzünlü günlerinde. Hele bir anısını anlatmıştı. Bir gün yufka almış, Yufkayı pişirecek tavası yok. Komşusundan tava istemiş. Komşusu vermiş. Sevincinden uçmuş. Tavaya yufkaları dizmiş, kapı çalmış. Komşusu mahcup. ''Kaynanam tavayı istedi.'' Tavadan kan yaş boğazına dolarak yufkayı kaldırmış. Tavayı iade ettim derdi. İstanbul'dan döndüğümüz yılları hatırlıyorum. O tavayı geri isteyen kadın bize gelip aylarca kaldığını hatırlıyorum. Koca karı derdi annem. Onu bir sever, bir severdi ki. O tava hikayesini hiç hatırlamazdı onun yanında. Kendi yemez ona yedirirdi. İşte böyle bir şey yaşamak. Bazen bebeklikte, bazen Gençlikte. Anne, baba olmak da zordur hani, aç kalıp doyurmak ister. Kırık makarnayla da olsa. Önemli olan direnmektir hayata.....! M. Yayla-Görele
Ekleme
Tarihi: 11 Şubat 2024 - Pazar
TAVA
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.