Yitirdiğim çocukluğumu aramak için çıktığım anlatı yolculuğumda, Yol kenarlarında rastladığım olaylardan yaşamın ta kendisinden bir şeyler paylaşmak bana haz veriyor. Çok görmeyin, yaşadığım o güzel günleri hasretle yad etmekten başka cümleler kuramıyorum. Çocukluğumun oyunlarını, sevgilerini, su katılmamış arkadaşlık duygularını, yakılıp yıkılmamış doğasını Arıyorum. Aradıklarım, yaşadıklarım aranmayacak gibi de değil hani. Gelin bu akşam da hamsinin hikayesini anlatayım size Karadeniz'in deniz kokan,kum, çakıl, balık kokan o eski elli yıl öncesinde ki sahillerinden.
Okulumuz Hasan Ali Yücel denize komşu bir okuldu.Çok büyük fırtınalarda denizin dalgaları okulun bahçesine kadar gelir, Hatta okulun bodrum katındaki sınıfları su basardı. Okulun önünden geçen Trabzon'u Giresun'a bağlayan yol denizle okulun arasına sıkışmışdı. Burunlu tahta otobüsler, ara sıra şimdilerde külüstür tabir edilen arabalar tek tük geçerlerdi. Arabaların peşinden bir toz bulutu kalkar etraf toz duman olurdu. Toprak yollar o zamanlarda ne büyük nimetti büyüklerimize. Genellikle hastalar hastalıklarına çare aramak için Düşerlerdi Trabzon yollarına. Bu yolların kahrını en ilk ve en çok çekenlerden birisi de Babamdır. On on üç yaşlarında kasabada ki tek araba kısmette muavin olarak çalışmıştır. Anlattıkları bir roman olarak yazılsa trajedileri ile ödüller alır. Neyse bu yolun hemen altında Çakıllar irili ufaklı , bu çakılların hemen önünde incecik un gibi simsiyah kumsal, kumsala ağzını dayamış kumsalları kemiren, kumları kemirdikçe köpük, köpük dalgalar saçan deniz. Bazen mavinin en güzeli, bazen bulanık suların en kirlisi olurdu. Hele yağmurlu,fırtınalı günlerde çıldırır önüne ne gelirse içine çeker yalı boyu ne varsa kırar dökerdi. Hele sonbaharda bazı günler bir güzelleşirdi ki, yaptığı kötülükleri örtercesine kumsallara öpücükler saçar hamsilere kucak açardı. Hamsi karaya vururdu. Gümüş gibi hamsiler kumların üzerinde pıtır, pıtır yanar döner parlarken kasabalı sahile hücüm ederdi. Sepetlerle, hararlarla, küfelerle, Kim eline ne geçirmişse dalgalardan rızıklarını almak için hücüm ederlerdi. Kıyıda insan seli, Gökyüzünde bulut olmuş martılar, Hamsileri kıyıya süren arkalarından hucum eden iri balıklar. Hele hamsilere saldırırken sudan sıçrayıp bir kaç metre yükselip tekrar suya dalan kefaller, lüferler. Hamsiye cehennem, Balıklara,martılara, biz insanlara bayram olan o günlerde her yer balık ,hamsi kokardı. Kumsallar bir zaman sonra hamsi ve balıklardan pul pul kumsallarda parlayan şepek kalırdı. Herkesin sepetinde,hararında, küfesinde hala ölmemiş pıtır, pıtır gümüş gibi parlayan hamsilerle evlerin yolları tutulurdu yayan. Eve geldiğimizde hamsileri ayıklamak zordu. El tutmazdı kayardı. Hamsinin üzerine mısır unu dökerlerdi elden kaymasın diye. Ayıklanan hamsiler dönderme tavalarında kıpkırmız kızartılırdı. her yer mısır unu hamsı kokardı. Salata yoktu o yıllar.Soğanlar patlatılırdı. Yumruğu vurunca soğana soğan acı acı kusar gözlerimiz yanar, hamsinin tadıyla bir başka lezzete dönüşürdü ağızlarımızda. Bu gün mevsimin ilk hamsisi geldi dediler. Nerede o eski hamsiler o eski tatlar. O hamsiler çocukluğum da kaldılar. Asla bir daha karaya mı, asla vurmayacaklar....!M.Yayla-Görele