Çok eskilerden unutamadığım anılarım düşer bazen hayal perdeme. Siyah beyaz flim izler gibi izlerim. Hiç unutamadığım kadın çığlıklarıyla ürperir, kulaklarımı tıkar, duymamak için sesten vahşi bir köpekten kaçarcasına kaçardım. O çığlıklar bir bebek ağlaması ile biter, Köy ebesi Seher Teyzenin sedasıyla denizden dalga dalga esen deniz yeline, ya bir oğlun, ya da bir kızın oldu cümleleriyle eşlik ederdi. Doğum sancıları. Ana olmak için o sancılarla başlardı hep. Şimdi ki gibi modern doğumlar yoktu. Biz mahallemizde hep bu seslerle büyüdük. Sonra cenazeler hep travmalar yaratırdı benliklerimiz de,
O zaman ki cenazelerde bayılanlar, haftalarca süt içip kısılan sesleri açmak için çalışan acılı insanlar. Kırk gün yas tutulur radyo açılmaz dünyaya küsülürdü. Kadınlar başlarını yaşmaklarla çatarlar yer döşeklerinde günlerce yatarlar bellerinde kuşaklarla ayakta dikilmeye çalışırlardı. Hele ağıtlar aylarca sürer içli bir şarkı olur vadilerde yankılanırdı. Zaman değişti dostlar. Artık doğumlar değişti
Cenazeler değişti. Şimdilerde ağrısız doğumlar, Ağlaşılmayan cenazeler var. Cenazelerden sonra ziyafetler var. Gurbetten gelen ölüyü toprağa verip, Gelmişken güzel bir eksik görüp köy yağı, köy peyniri alıp dönmek var. Değişti hayat dostlar, Çok değişti. Vefa kalmadı. Eski doğum çığlıkları boşunaymış. Hayat dediğin bir boşlukta bir kaç kulaçlık sevdadan başka bir şey değildir. Unutmayalım. unutmak kaybolmaktır. Unutarak kaybolmaktansa, hatırlayarak daha güzel yarınlar kuralım mı? Ne dersiniz...?
M.Yayla-Görele