Bir orada, bir burada akıp giderken zaman, birde baktım ki, ağustosa bir yarım gece var. iki gözümde, iki kulağımda, iki elimde iki ayağımda, geçmişin silinmez izleri var. Gözlerimde hayal perdesi, kulaklarımda annemin sesi, ellerimde oyuncaklarımı yaparken kaçırdığım bıçak izleri, Ayaklarımda yaya yürümekten, biçimsiz ayakkabı giyinmekten deve hörgücü gibi kemik çıkıntıları var. İnsan o kadar değişiyor ki, bir zaman geliyor kendini tanıyamıyor artık. Aynalarda jiletle kesilmiş gibi derin çizgiler, göz altında torbalar, şakaklarda kar beyazı saçlar, bir iki gün sakal traşı olamasa bembeyaz ak sakalları gördükçe ürperiyor. Birde insan yaşlandıkça yeni farkına varıyor, babama benzemeye başladım. Yaşarken hep değişimler yaşıyoruz. Nasıl kurbağa ilk yumurtadan çıkınca kaşığa benzer, kelebek tırtıldan çıkar, kuşlar yumurtadan çıkar, ağaçlar tohumdan fışkırır. sular dağlardan doğar, topraktan kaynar. şimdi düşümde, düşlediğim eski temmuzlar var. Kaçıncı temmuzunu uğurluyorum hayatımın, kaçıncı ağustosuna giriyorum. Sonra derinden bir ses yaşın kadar diyor. Yaşına eşit. İnanıyorum. Evet yaşadığım girmeye hazırlandığım her ay yaşım kadar. Yaş dediğimiz de ne ki, kimine kısacık, kimine asırlık bir ömür işte. Azıda bir, çoğuda bir. Önemli olan hoş bir seda. yalan dünyanın yalan kağıdına bir imza attınsa. yoksa bir taştan farksız yok sayılırsın geleceğin boş sayfasında. O sayfa topraktandır. Boyun kadardır. Rüzgar eser, yağmur yağar, yıllar geçer dümdüz bir otlak olur. Yaşarken gözler görmez, akıla gelmez. Ama gerçek budur. Anlayana. Gurur ve kibrin esiri olup, gözlere mil çekmek, bu gerçeği değiştirmez. Faniyiz, misafiriz, sevgiyle kucak kucağa yaşamak dileğimle.....
M.Yayla-Görele