Ahmet Dedem ufak tefek bir adamdı. Ufak tefekti ama o kadarda yerin altında vardı. Hayatı yokluklarla geçse de, kimsenin karşısında eğilmemiş, hakkından başkasına asla tenezzül etmemiştir. Dindarlığı gerçek dindarlık olmuş, Beş vakit namazını, zengin olayım diye değil, Allah'ın rızasını kazanmak için kılmıştır. Kasaba yoklukları yaşadığı ikinci dünya savaşı yıllarında kasabada zengin bir adamın yerine kurduğu değirmende değirmencilik yapmış. Değirmen soğuksu mahallesinde bir obuzun kenarındaymış. Değirmen su değirmeni yağmur yağınca döner, yağmur gecikince paydos edermiş. Günlerden bir gün bir fırtına kopmuş. Yağmur bir yağmış ki sanki gök delinmiş. Dereler ırmağa, obuzlar dereye dönüşmüş. Dedem değirmende mahsur kalmış. Daha sonra kendi imkanlarıyla değirmenden kaçmış. İyi ki de kaçmış. Değirmen gelen sel sularına dayanamayıp suların önünde yitip gitmiş. Dedem kurtulduğuna sevinirken değirmenin sahibi çıka gelmiş ciscimit.
-Ahmet değirmen nerede
Dedem
-Sel aldı
-Ben değirmene bir kazma koymuştum. Nerede demiş
Dedem
-Ne bileyim Rasim demiş, Daha sonra da eliyle işaret edip
-Ya sağa, ya sola gitmiştir demiş.
İşte halimiz bu, Değirmeni sel almış, adam şakşakasını arıyor. Ve hayat devam ediyor. Dedem çok eskilerde yaşadı ama, değişen bir şey de yok zavallı hayatta. Yalan dolan devam ediyor. ''Gemisini yüzdüren kaptan misali'' Desem ve bitirsem mi? Ne dersiniz....! M.Yayla-Görele