Tokat Kalesi'ni gezdik, yemekten sonra. Kale'den kente, ovalara baktık. Şefik kemençe çaldı. Sırtımız kente dönük horan teptik Horanımızı çekti arkadaşlar. Kale surlarının dibinde aşağıda Tokat taa karşılarda sıradalar görünür durumda fotoğraf çektirdik topluca.
Tahta işçiliği, bıçak yapımı, halıcılık, yazmacılık... yaşıyor Tokat'ta. Yazma dokunan tezgahları gördük. Boyanan yazmaları, kurumak için asılmış yazmaları gördük kentte. Yazmacılığın 15. yüzyıldan beri sürdüğünü öğrendik taş yapılı yazma dokuma yapılarında çalışanlardan. Kenti özellikle bozulmamış çarşıları, mahalleleri gezdik. Camileri, hamamları gördük.
Tokat'ın, ile bağlı ilçelerin çok sayıda yazarı, halk ozanı, sanatçısı var. Saysam iki büyük parağraf olur... En iyisi Cahit Külebi'nin çok sevdiğim bir şiiriyle, Tokat'a Doğru şiiriyle yine gelmek üzere; ayrılalım Tokat'tan; Burçak Tarlası, Suya Düştü Gülümüz, Hatırıma Düşmez, Niksar'ın Fidanları, Kırklar Semahı, Başındaki Yazmayı, Bugün Ben Bir Güzel Gördüm, El Vurup Yaremi İncitme Tabib, Yüce Dağ Başında Bir Ulu Pınar... türkülerini de anarak:
Çamlıbel'den Tokat'a doğru
Tozlu yolların aktığı ırmak
Ben seni çoktan unuttum
Sen de unuttun mu, dön geri bak.
Atların kuyruğu düğümlü
Bir yandan yağmur yağar, ıslak
Bir yandan hamutlar şak şak eder
Bir yandan tekerler döner, dön geri bak.
Orda, derenin içinde
İki üç akçakavak.
Tekerler döner, başım döner,
Kavaklar yeşeriyor, dön geri bak.
Orda, derenin içinde
İki üç çırılçıplak
Alçacık damı düşündükçe
Gözlerim yaşarıyor, dön geri bak.
Yeşeren Otlar'da bu şiirin ardından Tokat'a Giderken gelir. Onu yazmıyorum, siz bulun okuyun... Tokat'ı seviyorsak bunda Cahit Külebi'nin katkısı yadsınabilir mi? Sanatçılar doğduğu, büyüdüğü toprakları da yapıtlarına yansıtarak yurdunun, güzel yurdunun doğasını, insanını ölümsüzleştirir... Tokat'da şanslı, Cahit Külebi de...
Turhal ayrımından az kuzeye yönelerek sonra dosdoğru batıya... Yeniden on beş kilometre kuzeye... Türkülerle... şaka cımbışla... Fıkır fıkır minübüs... Buralarda topluluk "şefi" Sürücümüz Şefik Kahveci... Böyle giriyoruz sağımızdaki kayalıklarda Şirin'e kavuşmak için Ferhat'ın yardığı arkları gözleye gözleye Amasya'ya böyle giriyoruz...
Yeşilırmak ikiye bölüyor toprakları, kayaları. Yol boyu meyve ağaçları... Elmalar, kirazlar... Tarihsel dokusu korunmuş evleriyle güzel mi güzel Amasya'nın ortasından akıyor Yeşilırmak... Kıyıları oturma yerleri, parklar, büyük gölgeli ağaçlar... Şehzade büstleri, yaşamöyküleri... Satıcılar... Gezenler, yürüyenler, gezgiçler, dinlenen yaşlılar, balon ardında koşan, dondurma yalayan, mısır kemiren çocuklar... Öğretmenevindeyiz bu gece... Yarın kayamezarlar, müze, kentin tümü, Amasya Kalesi gezilecek... İyi bir uykudan sonra uyanıyoruz... Toplanıyoruz bir bir öğretmenevi bal konunda. Konuşa konuşa çaylar yudumlanıyor. Bir fotoğraf: Sedat Bişkin, Mehmet Yıldırım, Arif Kenan Kurtoğlu, Hayrettin Günay, İsmet Kaya, Şefik Kahveci. Ben bir şeyler anlatıyorum. Kimi gülüyor, kimi özenle bakıyor bana. Çok erinçli oturmuşum. Elim belimde yaslanmışım arkaya... Bayanlar biz gibi erkenci değil, Yetişememişler söyleşimize...
Gezimizi bir Amasya türküsüyle bitirelim, Cahit Öztelli'nin Halk Türküleri yapıtından:
Çeper çektim yol açtım
Kızıl güle dolaştım
Yağma yağmur yel esme
Ben yarime kavuştum
Kız niye niye niye
Öldüm yar diye diye