Her güneşli günlerin sonunda, yağmurlar, yağmurlu günlerin peşinden güneşli günler gelir çatar. Güzel havalarla, yağmurlu havalar, iki arkadaş gibi birbirleriyle oynaşır dururlar. yağmurlara güneş göz kırparken, güneşte yağmurlara el eder. Tılsımlı bir rüzgarın eşliğinde. Böyle güzel günlerde yağan yağmurda ıslamak alır götürür insanı yıllar ötesine. Böyle günlerin akşamlarında Annem kuşkulanırdı hep. Fırtınalardan korkar, şimşekler imza gibi denizin üzerinde ateşten incecikten denize yağarken ufacık pencereleri kapatır, bizleri zar zor eve sokardı.
-Yıldırım düşer deyip bizi korkutur,radyoyu kapatırdı. Tenekeden evimizin çatısına düşen yağmur tanelerinin tıkırtısı, saçaklardan dökülürken, derinden gök gürlemesiyle oturduğumuz minderlerden sıçrar dualar ederdik. Pencerelerin boşluklarından rüzgar uğuldayarak içeri girer duvarda yanan gaz lambasına saldırırdı. Gaz lambasının dil gibi alevi bir harlanır bir sönecek olsa da yanmaya kararlı şekilde rüzgarla oynaşırdı. Her birimiz kediler gibi minderlerimizde korku ve yağmurun çıldırmış gibi bardaktan boşanmasını hissederken, Annem sofra bezini serer, yuvarlak ağaç sofrayı önümüze getirirdi. Sofranın üzerine bakır bir sini koyardı. Şimşirden yapma kaşıkları koyar, sabahtan yaptığı mısır ekmeklerini kırar sofraya gelişi güzel atardı. İki üç çeşit lahana yemeğini koyardı derin bakırdan sahana. Yarmalı lahana çorbası, Yine lahanadan yapılmış lahana diplesi, bolca bulgurla haşlanmış,üzerine kuyruk yağı eritilmiş bir tür yemek, onun peşine sofrada ki ,mısır ekmeği kalıntılarını ayrana doğrar gözlerimizi kırparak ekşimiş ayranı yemek gibi yerdik. Gök gürlerken, yağmur rüzgarla savrulurken ağaç kapımıza biri vururdu. Yağmurdan ıslanmadık yeri kalmayan Tonyalı nine belirirdi eşikte. Sevincimizden uçardık. Hep birden ayağa kalkar onu hoşlar, ıslak giysilerini kurutmak için birer pervane olurduk etrafında. Biz etrafında dönerken kuruyu verirdi giysileri masal tadında. Hemen kalktığımız sofraya oturur Annemin verdiği yemekle doyardı. Sonra bize yaşadıkları hayattan kesitler anlatırdı. Bizlere anlatığı anılarından bizlerin ne kadar şanslı olduğumuz anlar şükür ederdik.
-Sizin bakın duvarda yanan gaz lambanız var. bizim gaz lambamız bile yoktu. çürük fındıkları bir tele dizer onu yakardık, Bak ne güzel ekmekleriniz var, biz ekmek yapmak için mısırların güdenesini öğütür ekmek yapardık derdi.
O anlatırken zamane çocukları gibi sevinirdik. Şükür ederdik halimize.
-Ayakkabı neredeydi derdi. Çarık giyerdik. Elbiselerimizi yıllarca giyer, yıkanmaktan, kül suyuna sokup çıkartmaktan yıpranan yerlerine yamalar yapardık derdi. Sabun neredeydi derdi. O anlatırken yağmur azardı dışarıda. Çatımız damlamaya başlardı. Bir telaşa başlardı evde. yağmur damlalarının geldiği yerlere sağanlar koyardık. Yataklarımızın üzerine kalın abadan kumaşa benzer, yeşil cuhalar örterdik. Yine yağmur yağıyor. Yaşamak bir başka. Geceler gündüz gibi. Gök gürlese de, kimseler korkmuyor bizim gibi. Zevk vermiyor sevdiğim yağmurlar o eski yağmurlar gibi. Bolluk güzel şey ama yoklukta yaşanmalı ki bolluğun değeri bilinsin. Her şey değişiyor. Yaşarken bir evrim yaşıyoruz aslında. Geçmişten geleceğe doğru, bir taraftan kazanıyor, bir taraftan kaybediyoruz. Annemin eskiden ördüğü kazaklar gibi. Dokur dokurdu. sonrada bir bir eksiltir keserdi. Daha o zamanlardan aklıma takılmıştı benim. Her şeyin bir başlangıcı bir de bitişinin olduğunu. Ama yaşarken hiç de akıla gelmiyor bu ayrıntı. Hep böyle geldi, hep böyle gidecek geliyor insana. Gerçek şu ki, hayat bir güne gelmiyor. Yağmurlar gibi ne kadar çok yağarsa yağsın güneşe kavuşmak için yağıyor. güneşte yağmura kavuşmak için yakıyor yakıyor. Velhasıl; Almaca tutmaca diye oyunumuz vardı çok eskilerden. Hayat bize o oyun oynuyor. Yine de, yağmur güzel serin tadını çıkaralım. yağmurda ıslanmak güzeldir. Güneşte yanmak gibi...!! M.Yayla-Görele