Yıllar önce okuduğum dergilere yeri geldikçe göz atmak tat aldığım okuma çalışmalarındandır. Bir iki gün önce Çağrı'nın 1975 sayılarını taradım. Konya'da yayımlanmış, Feyzi Halıcı'nın dergisi Çağrı'nın Ağustos 1975'te çıkan 211. sayısında önemli ozanımız Can Akengin'i anlatan yazı ilgimi çekti. Yazı Cahit Ortaç'ındı. CAN BEY (Akengin) ÖMER AVNİ BAYAZITOĞLU BAŞLIKLI YAZI anılar da içeriyordu, Akengin'le ilgili değerlendirmeler de... Akengin'in Alucra, Şebinkarahisar günlerine de ışık tutuyordu.
Cahit Ortaç'ı anımsayamadım. Öğrencilerimden yardım aldım. Sınıfta alışkın parmak dokunuşlarıyla Cahit Ortaç, yazdılar. Bilgiler sıralandı alt alta...
1908 doğumluymuş. Mustafa Kemal Atatürk gibi Selanikliymiş. Kaymakamlık, Valilik, Cumhuriyet Senatosu üyeliği yapmış... Alucra, Sürmene, Kargı, Mustafa Kemal Paşa, Hakkari, Kırklareli, Bursa, Posof, Bitlis... kaymakamlık, valilik yaptığı ilçeler, iller. Alucra ile Posof ilçelerini okuyunca başka bir sıcaklık duydum Cahit Ortaç'a. Onun kaymakam olarak yolunun kesiştiği bu ilçelerle benim de öğretmen olarak kesişmişti yolum. 1980'de sonsuzluğa göçen Cahit Ortaç'ı saygıyla anarak önemli yazısını özenli okuyucularımla paylaşıyorum:
"Şairdi, tabiatı çok severdi. Tabiata aşıktı. Doktor Ali Naci Duyduk ile Alucra'ya gelmişlerdi. Birbirlerini sayarlardı. Çocuklukları da bir arada geçmişti. Gün görmüş insanlardı...
Benim Alucra'daki yalnızlığıma onlar bir son vermişler; doyulmaz, içli kültür sohbetleri yapmamızı sağlamışlardı.
Can Bey, tanışmamızdan çok önceleri yazdığı şiirleri okurdu. Bunların arasından en çok (Karagöl) adlı şiirini severdim. Bu şiirinde Can'ın tabiatı ne kadar çok sevdiğini, hatta, tabiatı, güzelliğinden, haşmetinden dolayı, kıskandığını da söyleyebilirim. Karagöl şiirinde' Sen çok yükseklerdesin/ Allah'a daha yakınsın' demişti.
Doktor Ali Naci Duyduk'tan bu şiiri istenmiş, o da göndermişti. Evrakım arasında kaybolmuş. Giresun yıllığına geçmiş şiirleri arasında da bu güzel şiirine rastlayamadım.
Şiirleri saf Türkçedir. Türkçe deyimleri ve atasözlerini çok ustalıkla kullanmıştı.
Can, kahrından mı şair olmuştu; yoksa şair olduğu için mi kahroluyordu?.. Tanıdığım zaman çok içiyordu... Derbederdi. Halbuki gençliği böyle değildi. Gördüğüm gençlik resimlerine göre fevkalade temiz giyinen bir insanmış...
Doktorun onu Giresun'dan Alucra'ya getirmesi, içkiden uzak tutması içindi. Alucra'da kaldığı bir seneye yakın zaman içinde ağzına bir damla içki koymamıştı.
Tabiatı çok severdi, demiştim. Kasabanın güneyinde meşhur örtülü ahşap köprünün berisinde Zülüf Ağa'nın değirmeninin birkaç odasında kalırdı.
Yazın değirmenin oluğundan dökülen buz gibi parlak suları, kışın da bu oluklardan sarkan bel kalınlığındaki buz sarkıtlarını severdi. Bizim evde kalmasını rica ettiğim halde değirmende kalmayı tercih etmişti.
Doktor Ali Naci Duyduk'tan, biraz da ağzından kaçırdığı bazı sözlerden, Can'ın şairliğinin kahırdan olduğunu sanıyorum. Aşık tabiatlı olması da şairliğine sebepti.
Can Bursa'dadır. Bursa'yı Yunan işgal etmiştir. O zamanlar çok gençtir. Bursalı bir kıza aşık olmuştur... ve nişanlanmışlardır da. Ancak kız veremdir. Ölür... İşte o zaman Can, Uludağ köylerini delicesine gezer. Kederini gideremez... Şiire, içkiye gömülür...
Alucra'da iken 42-43 yaşlarında idi (1935).
Bir gün Can'ı Alucra'da bulamadık. Gitti, dediler. Şebinkarahisar'a gitmiş, orada imiş. Buna Doktorla çok üzüldük. Sekiz ay içinde sağlığı oldukça düzelmişti.
Ailemi getirmek üzere İstanbul'a giderken Şebinkarahisar'a uğradım. Attan inerken Alucra Kaymakamı geldi, diye Can'a haber vermişler. Koşup geldi. Amma ne geliş... Can'ı tanıyamadım. Sarıldı, ağladı... yukarıya buyur etti.
Bir han odası... Ortada bir masa... Şişeler, mezeler, kirli tabaklar, yapılmamış yataklar... Hüzün verici bir manzara... Üç gündür içmekte imiş... Ben de ağladım.
-Neden Can, neden? Bu melunu ne güzel bırakmıştın, bizi Alucra'da yalnız bırakmakta ne mana vardı?..
Melul, mahzun, mahçup, bakıyor; bir şey söylemiyordu. Bursa'da veremden toprağa verdiği sevgili mi buna sebepti?.. Evet, diyebilirim. Aşk ve şiire istidat da Can'a herhalde buradan geliyor. Bu ne devası olmayan yara imiş...