"Kimi gece yarılarında uyanırım. Balkona çıkarım. Denizi, gökyüzünü, yıldızları, doğu yönündeki karayolunda ilerleyen araçların bir görünüp bir kaybolan ışıklarını izlerim... Sessizliğini dinlerim gecenin. 0 gecede böyleydi. Saat üçü geçerken elektrikler kesildi durup dururken. Oysa ne fırtına vardı, ne de kesintiyi gerektirecek bir durum. Karanlık sürüyordu.. Dört buçukta, üstümüzdeki dairenin balkonunda bir ağlama sesi... Kocaeli'den telefon gelmiş: Komşumuz bayanın kızkardeşinin oturduğu ev yıkılmış. Enkaz altındaymış herkes... Önce televizyona yöneliyorum. Elektrik yok. Radyo geliyor aklıma. Pili yok ki çalışsın. Telefona sarılıyorum dört elle. Karamürsel'de oturuyor kardeşim, yengem, yeğenlerim. Üç kez çaldırıyorum yarım saat içinde telefonu. Karşılık veren yok. Ama çalıyor ya telefon apartmanın yıkılmadığına belirti sayıyorum bunu... Sabahleyin öğreniyorum olanları; Adapazarı-İzmit-Yalova büyük bir deprem yaşamış...
Otobüse atlıyorum öğleden sonra. İstanbul'a gidiyor otobüs. Yolcuların on beş -yirmisi benim gibi, Gölcük'e, Değirmendere'ye, Karamürsel'e gidiyor. Kimi yakınlarından, kimi evinden barkından haber alacak. Kaygılı, sıkıntılı bir yolculuk bizimkisi. TEM otoyolu kapalı. Eski yoldan gidiyoruz. Akçakocalar'a, Kocaailer'e, Karasular'a ordan da Kandıraya varıyoruz saat gündüz ona doğru. Kandıra'da iniyoruz. Otobüs Şile üzerinden geçecek İstanbul'a... Kocaeli ye geliyoruz. Yer yer çökmüş, birbirine tutunmuş yapılar... Karamürsel'e giden dolmuşa biniyorum güçlükle. O denli kalabalık ki soluk almak bile zor. Cayır cayır terliyoruz... Yol kıyılarını görmeye çalışıyorum. Gittikçe yıkılan bina sayısı çoğalıyor. Gölcük ise korkunç. Yolun sağı da solu da yıkıntılarla dolu. Yıkıntının çevresinde askerler, kimilerinde de üç beş kişi. Yıkıntıdan can kurtarmaya çalışıyorlar. Trafik yoğun. Zor ilerliyoruz. İnsanlar donup kalmış sanki. Trafiği düzene sokmaya çalışıyor gençler... Un ufak olmuş bloklar siteler, apartmanlar, evler... Yıkıntılardan en çok da perdeler tüller seçiliyor... Minare kalmamış gördüğüm camilerde. Gölcük gitmiş. Daha önce bir iki kez gördüğüm Gölcük'e hiç benzemiyor burası. Ne diyeceğimi bilemiyorum. Zor tutuyorum kendimi... Karmakarış duygularım. Gidiyoruz, görüntü pek değişmiyor. Karamürsel'e giriyoruz. Gölcükten çok daha iyi durumda, yıkılan yapı açısından... Son durakta, Kayacık Mahallesi'nde iniyorum. Yoldan deniz kıyısına dek uzanan Mavi Körfez Sitesi karşımda. Çatlayan yapılar dışında kötü bir sonuçla karşılaşmıyorum. Kıyıya iniyorum. Yolun solundaki blokta dairesi var kardeşimin. İyi durumda blok, ayakta. Rahatlıyorum. Buralarda oturanlar tümden kıyıda şimdi. Oturanlar, yatanlar... Kardeşimi görüyorum, arabasının kapısını açıyor. Sesleniyorum Koşuyor, koşuyorum, kucaklaşıyoruz. Sonra yengem, yeğenlerim... Sarılıyorum Bir sevinç yumağı oluşturuyoruz... Ateş düştüğü yeri yakıyor. O an binlerce insan ağlıyor, kanıyor, gün ışığına çıkmak için direniyor...
Deprem bölgesinde güzel yurdumuz, Türkiye. Dünyadaki üç çok önemli deprem kuşağında hem de. Üç-dört yılda önemli depremler yaşanıyor. Gölcük merkezli deprem bu yüzyılın en büyük depremi olsa gerek. Bilim adamlarına göre 26 Aralık'ı 27 Aralık'a bağlayan 1939 Erzincan depremiyle başlayan gerilmelerin-kırılmaların sonucu. Babam askermiş Erzincan'da o depremde. Sıfırın altında 30 dereceymiş sıcaklık. 8 şiddetindeki deprem 52 saniye sürmüş. Yıkılmış tümden Erzincan. 35 bine yakın kişi ölmüş. 0 ünlü manideki dizeler, "Erzincan'da bir kuş var / Kanadında gümüş yok" biçiminde söylenir olmuş. Babamla birlikte askere giden bir köylümüz de ölmüş o depremde. Memed'in anası, ölene dek yolda yapakta şu dörtlüğü seslendirirdi: "Çisim çisim çiseler / Memed geldi deseler / kuş gadarcık canımı / Müjdeciye verseler..." -
Deprem,Türkiye'nin dostu yok; "İslâm kardeşligi" söylemlerini de yıktı. Önce Yunanistan, İsrail, ABD... koştu yardıma... Yunanistan'ın en büyük gazetesi, "Hepimiz Türküz" başlığıyla çıkmış... Yüze yakın ülke yardıma koştu. Türkiye'de, dünyada olağanüstü bir dayanışma. İnsanlık, uygarlık,