Bebeklikle başlayan yeteneğin, eğilimin çocuklukta özellikle ilkokul yıllarında gelişme gösterdiği bilinir. Aile ortamının, çevrenin, okulun, öğretmenin bu gelişimdeki payı büyüktür.
Kişilik oluşumunda, uğraşı seçiminde kişinin kendine özgü öyküsü vardır. Bizim öykümüz Sağlık Köyü İlkokulu'nun açıldığı yılla başlar.
Okul yapım çalışmalarında köylümüzün; anamın, babamın yüklenicinin işçiliğini yaptıklarını anımsıyorum.
Okula yazılmamı da unutamam. Kasap olan babam; haftanın iki üç günü ilçe, yöre pazarlarına giderdi. Bundan olacak anam götürdü okula yazdırmaya beni. Daha aşağıda konumlanan Sayit Mahallesi'nden yola çıkışımız, anayola varışımız, yol üzerindeki Gacaru Çeşmesi'nden su içişimiz gün gibi usumda. Cillioğlu mezarlığının altındaki okula kırk elli adım kala Kıran Mahalle yolundan inen Halil Kaçar Amca'yla oğlu Mehmet'le yüz yüze geldik. Onlar da okula geliyorlardı. Halil Amca şakacı, sevecen kişiliğiyle,"oooo, Hayri Tümer..." gibi sözlerle takıldı bana. Birlikte okula yöneldik. Halil Amca Mehmet'i, beni yazdırdı. Mehmet'in numarası 1, benimki 2'ydi.
Okula başladığım günü de unutmam. Mahallemizin tek çocuğu olarak büyütülmüştüm. Aramayla bulunmuştum. Amcamın kızları el bebek gül bebek ederlerdi beni. Okula başlayacağım gün de bir sürü hazırlık yapmıştı ablalarım. Okul çantamı Mehmet Amca'mın kızı Elmas abla dikmişti. Çantamı öyle doldurmuşlardı ki içindekiler bir aileye yeterdi...
Babam, Görele'de dört yıl okumuştu. Eski yazıyı da yeni yazıyı da biliyordu. Evimizde Kuran'dan başka kitaplar da vardı. Yusuf Amca'mın oğlu Enver Ağabey, bir yandan marangozluğu geliştiriyor bir yandan da Hamdi Ağabey'le balıkçılıkta tutunmaya çalışıyordu. Büyük amcamın, Mehmet Amca'mın oğlu Hamdi Ağabey, güçlü bir öykü anlatıcısıydı. Fıkraları, askerlik anılarını, izlediği filmleri öyle anlatırdı ki ağzımız açık kalırdı. Bu anlatışlar hemen her akşam bizim evdeki söyleşilerde gerçekleşirdi. Enver Ağabey de anlatırdı ama Hamdi Ağabey'in ağzından sözü kapabildiği zamanlarda. Enver Ağabey düzenli radyo dinleyicisi, günlük gazete okuyucusuydu. Odasında da o zamanlar ne olduğunu bilmediğim inceli kalınlı bir çok kitap vardı.
Okumayı öğrendikten sonra ders kitabımdaki fıkraları, fablları, öyküleri, şiirleri sürekli okurdum anama. Okuma yazma bilmiyordu anam. Babam da akşamları kitaplardaki şiirleri okuturdu bana. Bildiği bir iki şiiri, bir iki öyküyü, bildiği türküleri, askerde öğrendiği marşları yazdırdığını da anımsıyorum... Sanırım okuma hızım gelişiyor, belleğimde bir şeyler birikiyordu.
Gezici ozanlar vardı. Destanlarını satarlardı. Anamın, babamın beş kuruşa satılan tek yaprak destanlardan getirdiğini anımsıyorum. Anam özellikle bunları okutur, bıkmadan dinler; duygulanır, kimiler de ağlardı.
Salı günleri Görele'ye indikçe caminin önünde kitap satan topal bir amca ilk uğradığım yer olurdu. Hazreti Ali Cenkleri, Hayber Kaleler, Kan Kaleleri, Muhammediyeler, Kesik Baş'lar, Hazreti Yusuf Hikayeleri, Aşık Garip'ler, Köroğlu"lar, Karacaoğlan'la Kara Kız'lar, Aşık Garip'ler... İkinci, üçüncü, dördüncü sınıflar bunları yutarcasına okuduğum yılları kapsar. Anam da dinlerdi bunları okuma yazma bilmeyen Mehmet Amcam da. Amcamın cenklerde, Hazreti Yusuf'larda, Kesik Baş'larda hüngür hüngür ağlaması etkilemezdi beni, okuyucuydum ben...
Bu yıllarda kuş lastiğine, bilye oyununa, kızak kaymalara, çakı ile oyuncak yapmalara, ayaktopuna, türküye...de bağlanıyordum.
Görele bozulmamış, kirlenmemiş, yıkılmamış çok güzel küçük bir ilçeydi. Tüm kıyıları boydan boya kumluktu. Üreten insanları çoktu. Yazlık kışlık sineması vardı Görele'nin. Otelleri vardı. Dahası namlı ustaları vardı. Trabzon'dan, Rize'den, Erzurum'dan Samsun'dan, Merzifon'dan gelirler, getirdiklerini becerikli ustalar işyerlerinde otobüse dönüştürürdü...Otelleri dolardı taşardı. Pazarı çok daha canlıydı...
Yaz aylarında bir salı Mehmet Kaçar'la, Sefa Kaçar'la, Hacı Hasan Kahveci'yle geziyorduk, sergilere baka baka. Renk renk don satan bir sergide durduk. Mehmet'le Sefa aynı rengi aldılar. Hacı Hasan başka bir rengi. Bana da siyah beyaz kalmıştı. Sonradan öğrendim: Mehmet'le Sefa Fener'i, Galatasaray'ı, Beşiktaş'ı biliyormuş. Fenerliymiş onlar.
Beşiktaşlılığım o siyah beyaz donla başlamıştı... Artık top oynarken bu takımların da adı geçiyordu...
İlkokul beşinci sınıf okuma başlangıçlarımın dönüm noktasıdır. Başlangıç okumaları bir kitapla okuma uyanışlarına dönüşecekti...