Resimli Hayat, Şevket Rado'nun dergisi. Şevket Rado söyleşi yazınımızın önemli adlarından. Derginin yazı işleri sorumlusu Rakım Çalapala. Şevket Rado ara sıra AYT'de sorulduğu için günümüzde de bilinmekte lise öğrencilerince. Rakım Çalapala'ysa çoktan unutulanların arasına karıştı. Yazdıklarını, romanlar mı anımsayan var mıdır, bilemem...
Resimli Hayat'ın Kasım 1954 tarihli 31. sayısını karıştırıyorum. Bu sayıda Nihal Yeğinobalı, H.B., Kapsız, Nezihe Araz, Vedat Nedim Tor, Şevket Rado, Müşerref Hekimoğlu, Hikmet Feridun Es, Afif Yesari... yazılarıyla katkı vermişler o yılların "Fotoğraflarla Aktüalite, Kadın, Moda, Tiyatro, Sinema, Spor, Sanat" dergisine.
Vedat Nedim Tör'ün yazısını aktaracağım. Tiyatro üstüne bir yazı değil. Yolculuk, gezi yazısı. Yazının başlığını verince konuyu, aktarma nedenini anlayacaksınız: HORANLAR DİYARINA BİR YOLCULUK:
"Vapurla bir Karadeniz yolculuğuna çıkmayı öteden beri hayal eder dururdum. Eşref saat çalmış olacak ki, geçen ay içinde bu arzumu yerine getirebildim.
Bir akşam karanlığında Ordu vapuruna bindik. Rıhtımın hali Allahlık... Pislikten geçilmiyor. Hamal mı, çakal mı olduğu belli olmayan birtakım saçı başı darmadağın, pılım pırtı insanlar... Elinizdeki bavullara saldırıyorlar ve sizi beklemeden bir hayli cambazlık mahareti isteyen merdivenleri bir maymun çevikliğiyle tırmanıp gözünüzden kayboluyorlar. Vapurun koridorlarında, hamalınızı araya araya bir hal oluyorsunuz. Bulunca da sevinmenize vakit kalmadan, verdiğiniz parayı beğendiremediğiniz için bir temiz azar işitiyorsunuz. Bereket versin kamarotunuz ve kamaranız hamallar ve rıhtımla tezat halindeler: Kamarotunuz nazik, güler yüzlü, kamaranız da temiz ve ferahtır.
Güverteye çıkıp şöyle bir etrafı kolaçan ettiğiniz zaman, yalnız insan yolcularla seyahat etmediğinizi, geminin kıç tarafında, kemik sırtları ay ışığında siyah kadife gibi parlayan kıvrak boynuzlu mandaların geviş getirdiklerini, kulaklarını sinirli sinirli oynatan eşeklerin uyuklamaya çalıştıklarını ve bunların arasında da birtakım vatandaşların yorganlarının içine kıvrılıp yattıklarını, bir takımların da bağdaş kurup kavun ekmek yediklerini görürsünüz.
Ertesi sabah gözlerinizi Zonguldak'ta açarsınız.
Denize paralel olarak birbiri üstüne ve boy boy yığılan yer yer ağaçlı ve çokluk keleş dağlar... Ön plandakilerin yamaçlarında gelişmekte olan genç bir madenci şehri... İşte, büyük küçük, renk renk memur ve işçi evleri, idare binaları, hastaneler, okullar ve bir alay bacalar... Türkiye'nin trenlerini, vapurlarını işleten, evlerini, hanlarını, atelyelerini ısıtan kömürü toprak ananın bağrından çıkaran insanların memleketi.
Vapurumuz limanda ama, daha limanın yanaşacak rıhtımları tamam değil. Bu yüzden yolcuların inme ve binme işleri, mallarla hayvanların yüklenmesi ve boşaltılması bir hayli eziyetli oluyor. Hele o koca cüsseli mandaların bellerinden geçirilmiş geniş kemerlerle vinçlere asılarak havaya kaldırılmaları ve boşlukta sessiz sessiz deprenmeleri, eşeklerinse en fıraklı anırmalarla feryat etmeleri yufka yürekli hanımların gözlerini yaşarttı ama, bir çoklarını da kahkahalarla güldürdü.
Gece uğradığımız iskelelerde sırf bu yükleme ve boşaltma yüzünden, Samsun'a ertesi sabah varmamız gerekirken, ancak öğleden sonra varabildik. Samsun kıyıları sığ olduğu için gemi çok uzaklarda demirliyor. Samsun'u görünce, insanın hayali birden kanatlanıyor da,19 Mayıs 1919 yılının 19 Mayısında, bir köhne vapurdan dalgaların kaldırıp indirdiği bir takaya atlayan Mustafa Kemal Paşa'yı görür gibi oluyor.
Biz de bu mübarek beldeyi ziyaret için, dalgaların kaldırıp indirdiği mavnalardan birine kadınların çığlıkları ve Karadeniz uşaklarının sert ve boğuk bağrışmaları arasında atlayarak sahile çıktık. İlk işimiz, Atatürk'ün Türkiye'deki belki de en güzel heykelini ziyaret etmek oldu. Heykelin etrafına derme çatma bir iskele kurulmuş. Sebep, üstünde zamanla biriken o yeşimtırak patinayı silip temizlemekmiş. Halbuki, benim bildiğim, bu gibi heykellerin güzelliğini yapan, asıl bu bakır yeşili renktir.
Oy Giresun kayıkları...
Galiba yeşil Karadeniz Giresun'da başlıyor. Belki Ordu'da öyledir ama, oradan gidişte de, dönüşte de gece geçtiğimiz için dağların ağaçlı mı yoksa keleş mi olduğunu göremedik.
Giresun, doğrusu pek güzel... Otomobille kalesine kadar çıktım. Oradan görünenler bir....