Çağdaşlık, bilimsellik, gelişmişlik bu işte. Arap ülkelerinden pek ses çıkmayışına şaşmadım...
TV'de izlemişsinizdir: İsrail ekibi mi Yunan ekibi miydi, yıkıntılardan kurtardıkları çocuğumuzun çevresindeki sevinç alkışları karşısında kurtarıcının gözyaşlarındaki büyüklük, evrensel insan sıcaklığından başka neydi ki?...
Türkiye deprem bölgesinde. Depremle yaşamayı bunca yıldır öğrenemediğimize yanılmaz mı? Bu başıboşluk, bu vurdumduymazlık, bu denetimsizlik, bu doymak bilmeyen kâr hırsı, biraz parası olanın hesapsız kitapsız yapılarla karşımıza çıkmaları... yok mu? Ya sana, ya bana, ya size ne demeli? Ayakkabı, çorap, fanila, gömlek, kravat, şort, yumurta, domates, peynir... alırken titizlendiğimizin yarısı kadar daire alırken titizlenmiyorsak, yapının rengine, camına, çerçevesine, konumuna, içindeki eşyasına gösterdiğimiz titizliği temeline, kolonuna, demirine, çimentosuna, kumuna göstermiyorsak yapıyı yapan-satan ne yapsın...
Neden bu denli safız, neden bu denli bilimden, bilimsellikten uzağız Oysa her şeyin hesabını kitabını ortaya koyuyor bilim. Türkiye'yi bilim ülkesi, insanlarımızı, yirmi dört saatini bilimsel sonuçlara göre değerlendiren, ona göre yaşamını kuranlar olarak görme düşüncesiyle yaşamı boyunca çalışan ATATÜRK, "Hayatta gerçek yol gösterici bilimdir. Bilimden, fenden başka yol gösterici bulmak yıkımdır..." derken, bizim ona acı vermemiz yakışır mı?...
Deprem sözcüğünü hangi anlamda alırsanız alın. Toplumumuz bir çok deprem yaşadı, yaşıyor, yaşayacak... Eksikliklerimizi depremden depreme dile getirme, sonradan da unutup gitme yerine şöyle gerçekten Batılı gibi bilimselliği yaşam biçimine dönüştürmenin, yediden yetmişe kendimizi özeleştiri süzgecinden geçirip yıpranmış, eskimiş, çürümüş, köhnemiş yanımızı temizlemenin yolunu bulmalıyız...."
Yıllar önce yazmışım. Gölcük depremi izlenimlerini... Bunca yıl geçmiş aradan "yıkıntı", "enkaz", "ölüm", "kurtulma", "Acı", "gözyaşı" "ağıt", "çadır", "aşevi", "çorba", "göç"... açısından, "binlerce yurttaşımızın ölümü" açısından değişme, gelişme olmamış. Bilimin yol göstericiliği alaya alınmış neredeyse... Bunca yıl içinde acımasızca "arsa", "lüks daire", "kar üstüne kar", "rant üstüne rant", "imar affı üstüne imar affı" milyonlarca kez kullanılmış iletişim araçlarında... "Gösterişli konut görünümlü" ölüm, ölüm tuzakları satılmış, pazarlanmış...
Doğanın işleyişi; yeryüzünün evrimi bilinmeyince, bilimsel sonuçlar yaşamımızın yol göstericisi olmayınca acılarımız, ayrılıklarımız, yaşam verimliliğimiz sorgulanmaya başlıyor...
1999'da yazmışım Gölcük depremi izlenimlerini... 2023'te tamamlanıyor yazı. Yirmi iki yıl boyunca en gözde, en değerli "şey" ne olmuş? BETON, BETON, beton olmuş. Kutsanmış gibi beton... Türkünün, şarkının; şiirin, romanın; fotoğrafın, resmin; yon tunun önüne geçmiş... Sanatçı mı yoksa yapsatçı mı, yüklenici mi? En tanınanı, en önde olanı yüklenici, yapsatçı...
Oysa evrensel, dahi yol gösterici var. Ussuz, bilimsiz kalmanın; sanatsız kalmanın toplumu, ulusu, bireyi yıkıma götüreceğini söyleyen... Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK var... Cumhuriyetimizin kuruluşundan sonraki aydınlanma var. Anlayana, sorgulayana, doğru yolu bulma sağduyusundakilere örneklik edecek "şeker fabrikalarının kuruluşu, orada çalışanlar için oluşturulan bilimselliğin, çağdaşlığın, uygarlığın yapı, kent tasarımı, uygulaması"var...
Hatay başta olmak üzere on bir ilimizi yıkan, elli bine yakın yurttaşımızı ölüme götüren korkunç yer sarsıntısı ağıtlara, destanlara, türkülere, uzun havalara, baraklara, öykülere... konu olacak... Yer sarsıntısı gerçeği yeryüzünün... Milyonlarca yıldan buyana sürüp geliyor... Dünya durdukça da sürecek...
Karadeniz'in, Boğazlar'ın, Marmara'nın oluşumu; kazılarla gün ışığına çıkarılan uygarlıklar, yer altı kentleri yer sarsıntısıyla ilişkili... Bilmem kaç milyon yıl sonra Akdeniz yok olacak..
Yeryüzünün, doğanın işleyişi bu... Onun gücü bu... İnsanın gücü... İnsanın gücü de bilim... Acısı, yokluğu, yoksunluğu, yoksulluğu... azaltılmış yaşamanın yolunu insan beyni, us, bilim buluyor... O olmalı tek yol göstericimiz...