Ana yüreği... Ağlar mı ağlar. Anam, Rabia Günay, ağlar mıydı? Görse de ağlasaydı. On üç yıl olmuştu öleli...Babam. Babam 68 yaşındaydı. Ak sakallı. Ak sakallı değildi. Eski yazıyı, yeni yazıyı düzgün yazan, okuyan babam... Cillioğlu'ndaki büyüdüğümüz evde kalıyordu. Görele'ye geldiğinde bize uğruyor, torunları Özgür Yetkin'le Çağdaş'ı seviyordu. Kesme, fındıklı getiriyordu onlara. Biz çocukken bize getirdiği duygularla...
Soğuksu'da oturuyordum. Devge Apartmanı'nda. Konuklarımız bir hafta kalmıştı bizde. Almanya'dan gelerek. Salih Günaylar... Salih Günay'ın babası, babamın amcasının oğluydu. Yakup Amca. ..
Ben askere gideceğim gün Salih'in Sinop'a gitmesi gerekiyordu. Sinop'ta ağabeyi polis Sabahattin Ağabey'e gidecekti. Hayrettin; Samsun'a kadar benimle gidelim, dedi. Bindik "mersedes"e. Samsun'a o yıllarda en erken dört, beş saatte ulaşılıyordu.
Çantayı gerekli olanlarla doldurdum. Bir iki yazlık giysi. Tıraş takımı. Ağrı kesiciler. Babamla, eşim Rafet'le kucaklaştım, Özgür'le Çağdaş'ı öptüm. Araca bindim. Fırladı mersedes... Tirebolu, Espiye, Keşap, Giresun, Bulancak, Piraziz, Gülyalı, Ordu... Uçuyorduk. Ara sıra bize el kaldırıp, ne oluyor? demeye çalışanları anımsıyorum... Bolaman dönemeçleri, Perşembe, Fatsa, Ünye... Önümüzdeki araç kaçla giderse gitsin, Salih onu sollamasa, geçmese gıcık oluyordu. Bir şey de diyemiyordum. Dinleyecek durumu yoktu. Yumulmuştu... Terme, Çarşamba, Samsun... Ooohhh. Durduk. İki saat otuz beş dakikada gelmiştik... Yol boyu ağzından bir sözcük çıkmayan Salih, korktun mu? dedi. Ne diyeyim? Korkmadım, dedim. Kucaklaştık. O Sinop'a...
Samsun Otogar'dayım. Manisa'ya gideceğim. Ulusoy'dan ya da Kanberoğlu'ndan alacağım bileti. Tamam. 14.30'da yola çıkacak İzmir'e giden otobüs. Daha var. Bu arayı gezerek değerlendiriyorum Samsun'da...
Kavak, Havza, Merzifon, Çorum, Sungurlu. Sungurlu'da çay, gereksinim düşünü. Kırıkkale, Elmadağ tırmanış iniş Ankara. Ankara'da düşün. Gereksinim giderme. Otogarda ivedi ivedi gezinti. Polatlı, Sivrihisar, Bayat, Afyonkarahisar, Banaz, Uşak, Kula çay, gereksinim düşünü. Salihli, Manisa. Pırıl pırıl güneşli bir gün... Otobüs İzmir'e gitti. Ben Kırkağaç'a gideceğim.
Küçük bir araştırma. Kırkağaç'a çalışan araçların yerini buluyorum. Dümdüz yollardan, bağlardan; domates, kavun... tarlalarından geçiyoruz. Yol kıyılaranda tek tük iğde ağaçlarını tanıyorum.
Kırkağaç'tayım. Kalabalık. Benim gibi askerler... Biraz geziniyorum. Bir aşevinde yemek yiyorum. Saçımı iyice inceltiyorum bir berberde. Kırkağaç Parkı'nı buluyorum... "Teslim olacağım" Alay'ın yerini öğreniyorum. Çıkışta. Soma yolu üzerinde...
Buraları ilk kez görüyorum. Tanımaya çalışıyorum. Ege. İncir ağaçları. Ballı incir ağaçları. Çok emek isteyen tütün tarlaları. Göz alabildiğine tarlalar. Domates, biber, kavun, karpuz.... tarlaları. Ayva ağaçları. Üzüm. Asmalar dizi dizi. Onların aralarında doyunmaya çalışan üveyikler, sarısandallar... Parklarda ilk gördüğümde üveyik sandığım kumrular. Doğu Karadeniz'e uyum sağlayamayan evlere, pencerelere... yakın, sevimli kumrular... Yakıcı güneş. Tarlaları sulayan kanallar, göletler... Bizim bölgeden değişik doğa, tarım, üretim...
Şair Eşrefin yurdundayım. Dinlenceleri çıkarsak 93 gün kalacağım burada...
Kırkağaç'ta 1846'da doğmuş Eşref. 1912'de bu ilçede evinde ölmüş. İstasyon yolu üzerindeki gömütlükte annesi Arife Hanım'ın yanına gömülmüş.
Onu Tanzimat sanatçısı olarak değerlendirmek gerek. Namık Kemal, Ziya Paşa... gibi sanat toplum içindir, anlayışıyla "hiciv"ler yazmış. Hicivleri, yazdıklarının neredeyse tümünü gölgelemiş. Eşref denince "hiciv"geliyor usa. Bir de Kırkağaç.
Devlette görev almış Eşref. Bir yandan da görev aldığı devletin aksayan yanlarını korkusuzca taşlamış. Bu yüzden sürülmüş, tutuklanmış, "rahat" yüzü görmemiş. Malmüdürlüğü, kaymakamlık yapmış. Fatsa'da, Çapakçur'da, Hizan'da, Ünye'de, Tirebolu'da, Akçadağ'da, Garzan'da, Garbikaraağaç'ta, Budan'da, Kula'da, Kırkağaç'ta, Daday'da... kaymakamlık yapmış. Sürülmüş sürekli. "Aşırı derecede içtiği" için. İçse de "hiciv" yazmasa, sözünü esirgemese sürülür müydü?